DOĞRU BENİM DOĞRUM

Abone Ol

Doğruluk
Yalan olmayan gerçek.

Bizlere göre bir zamanlar doğruların tek bir kaynağı vardı: büyüklerimiz. Ne derlerse doğruydu. Bizim bildiklerimizden daha çok görmüş geçirmiş olduklarından, büyükleri ansiklopedi görmek doğaldı.
Çünkü “bilen onlardı.”

Sonra büyümeye başladık; okuduk, gördük, tartıştık. Bana göre doğru olan, sana göre yanlış olabiliyormuş. Ya da bana yanlış olan, sana göre doğru olabiliyormuş. Bazen de çelişkili kalınabiliyormuş. Sonuçta fark ettik ki doğrular da insanlar gibi çeşit çeşit.

Sebebi; herkes kendi penceresinden bakıyor hayata. Bu bakış, kişinin iç ve dış dünyasında yaşadıklarının bir yansıması oluyor.
Ve böylece bir cümle yerleşti zihinlerimize: “Doğru, benim doğrum.”

Bu cümle ile konu tartışılmaya kapatılmakta. Aynen “renkler ve zevkler tartışılamaz” cümlesi kadar net.
“Doğru, benim doğrum.”
Sana ne! Sonuçlarına ben katlanacağım; eğrisiyle, doğrusuyla.
“Doğru, benim doğrum.”

Tabii ki cümlenin ifade ediliş şekli de çok önemli, sonuca varmak için. Ama ne olursa olsun, bu ifade kulağa özgüvenli geliyor. Hatta biraz insanlara, dünyaya meydan okuyan bir yanı da var: “Ben buradayım, doğrularımla.” Ve “Ben kendi gerçeğimi buldum ve ona sadığım” demek istiyor ve haykırıyor insan.

Ama ya o “doğru”, aslında başka birinin yanlışıysa? Çık çıkabilirsen işin içinden.

“Doğru, benim doğrum.” cümlesi, günümüz dünyasında bir kimlik haline geldi. İnsanlar artık doğrular üzerine değil, doğruların sahipleri üzerine konuşuyor. Söyleyene bakıyoruz; söylenene değil. Kim söyledi, niye söyledi, niçin söyledi, kimin için söyledi, hangi görüşten, hangi inançtan, hangi ideolojiden? Bunları harmanlayarak sonuca gitmeye çalışıyoruz.

Gerçekten doğru mu, yoksa sadece benim doğrum mu? Soruları aklımızda doğuyor. Böylelikle doğru, artık içeriğinden çok sahibine göre değer kazanıyor bizde.

Peki, ne oldu ortak doğrularımıza?
Sadece bizim doğrularımız mı var?
Ne oldu iyiye, güzele, adil olana?
Saf duygularımızdan çıkan doğrulara ne oldu?

Bir yerlerde bir çocuk savaştan, soğuktan, açlıktan ölüyorsa; başka bir yerlerde bir kadın, her ne sebeple olursa olsun, şiddet görüyorsa; başka bir yerlerde bizim ellerimizle doğa zarar görüyorsa… Kimin doğrusuna göre? Kimin doğrusu, kime yetiyorsa?

Belki de mesele şurada başlıyor: “Doğru, benim doğrum.” demek, sorumluluğu sadece kendine taşımak demek.
“Sonucu benim; ben katlanırım.”
Oysa bazı doğrular, başkasının hayatına da dokunur. Eğrisiyle, doğrusuyla.

Bir yöneticinin doğrusu “Benim doğrum sansürdür.” diyebilir mi?
Bir baba, evlatları için “Benim doğrum çocuğumu dövmektir.” olabilir mi?
Bir eş, “Benim doğrum, eşimin ailesini sevmemektir.” diyebilir mi?

Doğrular kişiye göre doğru, ya bize göre?

O yüzden “Doğru, benim doğrum.” cümlesi hem bir cesaret hem de bir sınavdır.
Cesarettir; çünkü kişinin kendi fikrini savunmasıdır.
Sınavdır; çünkü o fikrin vicdan terazisinden geçmesi gerekir.

Kendi doğrumuzu sevmek güzeldir ve peşinden gitmek en doğrusudur.
Ama onu kutsallaştırmak, yapılabilecek en büyük yanlışlardan biridir.
Belki de asıl erdem, “doğru sandığımızı yeniden sorgulamak” cesaretinde gizlidir.

Çünkü bazen “benim doğrum”, sadece daha yüksek sesle söylenmiş bir yanlış olabilir.
Bu da karşımızdaki insanların hayatlarına kötü bir dokunuş olabilir.

O hâlde “Doğru, benim doğrum.” derken, bin sorup bin düşünmek gerekir.

Temennimiz; doğruların, bizleri doğru yolda yürümemize ışık olmasıdır.