Topluma derin acılar yaşatan, felaket veya doğal afet diye tanımladığımız olaylar değildir. Plansız şehirleşme, oy uğruna imar işlerinde verilen ödünlerdir. Halka planlı bir belediyecilik hizmeti götürmeyenlerin, geliyorum diye sinyal veren sel baskınları, orman yangınları, deprem gibi olaylara karşı önlem almayan, seyreden kent yöneticilerinin, hatalarının afetidir. Sonra da topluma kadermiş gibi dayatmalardır. Bu felaketler, getiri ekonomisinin doğurduğu sonuçlardır.
Yağmurun yağması, rüzgârın esmesi, güneşin doğması ve batması, karın yağması, şimşeğin çakması, göğün gürlemesi nasıl bir doğa olayı ise; sel, yangın, deprem gibi olaylar, aynı doğallıktadır. Güneşten ve yağmurdan korunmak için şemsiye kullanmayı akıl ederiz. Yıldırımdan paratonerle korunuruz. Selden korunmak için uygun yerlere köprüler yaparız. Dere yataklarını yerleşim alanı yapmamamız gerektiğini biliriz. Dereleri ıslah ederiz. Orman yangınlarına karşı alınacak önlemleri de biliriz.
Bu güne kadar insanlık bu deneyimlerden geçti, o halde yine de neden büyük kayıplar veriyoruz. Evlerimizi dere yataklarına yapıyoruz, denetimsizlikten ormanlarımız yanıyor. Depreme karşı önlem almıyor, doğa olaylarına karşı direniyoruz, doğal olarak kaybeden de biz oluyoruz. Doğayı tanıyorsak onunla barış içinde, uyumlu yaşamamız gerektiğini bir türlü öğrenemiyoruz. Günü birlik çıkarlar uğruna, gözlerimizi kapatıyoruz. İşin üzücü yanı, sorumsuz yöneticiler buna öncülük ediyor. Bizim ülkemiz gibi bilinçsiz toplumlarda siyasetçilerle halk arasında “Al gülüm ver gülüm” hikâyesine dayalı gizli bir rüşvet anlaşması var.
Bilinçsiz toplum siyasetçisine oyunu veriyor. Yetmiyor üstüne de parasını veriyor. O da ona imar izni veriyor. Halkla siyasetçi arasındaki bu al, ver ilişkisi doğal olaylar sonunda da, fatura halka yansıyor. Verdiği oylar kendisine, bedeli peşin ödenmiş tabut olarak geri dönüyor. Ne yazık ki artık, iş işten geçmiş oluyor. Sayın Ali Ercan Hocamız haklı olarak sosyal medyadan, şu yorumu yapıyor. “Bu depremin çok önemli sonuçları olacak; Toplum ya iyice Araplaşacak, batacak ya da silkinip uyanacak, kendine gelecek.”
Garip olan akademik kariyerleri, profesör olduğunu iddia eden kişiler iktidarın hoşuna gidecek şekilde doğa olaylarını yorumluyorlar. Yetmiyor “Ayakkabılarını yalıyorlar” Aklı ve bilimi ayaklar altına alıyorlar. Düşünebiliyor musunuz? Uzay Ajansı Başkanı; “Uzaydan 10 metrelik bir elektrikli çubuğun, yeryüzüne fırlatılması sonucu yedi şiddetinde bir depremin olacağını” açıklıyor ve bu topluma yediriyor. Ne oldu? O zaman beş milyar yıla yakın bilinen doğa yasalarını alt üst etti! Dünya bilim adamları otursun o halde, bu güne kadar olan doğa yasalarını yeniden gözden geçirsinler! Adam sismik ve jeolojik araştırmacıların bu güne kadar olan, tüm yorumlarını yerle yeksan etti!
Dünyanın iç ısısını ve magmatik enerjiyi nasıl izah edeceğiz? Buna uyumlu, aklı ve izanı, bilimi kullanan Japonya’nın 9 şiddetinde depremde burnu kanamazken, bizde 7 şiddetinde depremde ölen on binlerimizi nasıl açıklayacağız? Geriye “Kader planlamasında” savaş uçaklarının kadrajına takılır gibi, “Kader planlamasına” takılıp, on binlerce insanımızın sonu mu olacak?
Sözde bilim adamları, sözde profesörler “Kader planlaması” yaparsa. Söz şair Refik Durbaş’ta kalır:
“Ölüm hep bana, bana mı düşer usta?”