DİZDAR

Abone Ol

“Dizdar” sözcüğü size hemen bir soyadı olduğunu anımsatacaktır, adı Merve olan başarılı bir kadın oyuncumuzun soyadı.  Oyuncumuz sinema alanında büyük bir saygınlığı olan Cannes Film Festivali’nden ödülle döndü. Jüri Büyük Ödülü olan “En İyi Kadın Oyuncu” ödülü. Bundan gurur duyuyoruz; bu başarılı, aldığı ödüle emeğiyle ulaşan genç kadınımızı kutluyorum.

Ödül de çok çok önemliydi ama ödülden çok törendeki konuşmada söylediği sözlerle bir Türkiye gerçeğini dile getirmesiyle yankı buldu, gündem oldu. Ülkenin çağdaş, laik, sanata ve bilime önem veren kesiminde övgüyle karşılandı. Nasıl karşılanmasın? Sanat emekçilerinin ne çok uğraşıyla geldikleri noktada bir ödüle, hem de uluslararası bir ödüle ulaşması az şey mi? Kendi yağıyla kavrulup, ömürlük emek vererek bir yerlere gelmek azımsanabilir mi? Yaşamı kariyerinde ödüllerle dolu bir oyuncumuz.

Köy Enstitülerinin yamalı ceket ve pantolonlarıyla köylerden topladığı, eğitip, yetiştirip köylere yolladığı öğretmenlerden ülke çapında romancı, öykücü, şair yaratması gibi önemli bir başarıdır bu. Abbas Sayar, Talip apaydın, Rıfat Ilgaz ve nicelerinin yazın yaşamında aldığı yolu Merve sinema alanında katetti.

Ülkenin bir kesiminde, sanata duyulan ilginin yoğun olduğu kesiminde ödüllü sanatçımıza yaklaşım bu iken bir de madalyonun öteki yüzüne bakmamız gerekiyor. Ayın karanlık yüzüne. İşte ayın bu karanlık yüzünde Merve kızımıza yönelik bir linç kampanyası aldı başını gidiyor. Yok ülkemizi küçük düşürdü, yok ülkemizi şikayet etti, yok kadın haklarından söz etti, yok şu, yok bu… Karalama kampanyası başlayınca her köşeden bir olumsuz tümce, paragraf veya kısa açıklama gelmeye başladı.

Bu arada Sayın Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un eşi Pervin Ersoy’un “Büyük alkışlar sana Merve Dizdar” açıklaması övgüye değer. Bir kadın olarak bir kadın sanatçıya sahip çıkması, aldığı ödülü mutlulukla karşılaması önemlidir. Tabii, bu açıklamasının hemen arkasından Sayın Aksoy da eleştiriden kurtulamadı, oklar kendisine çevrildi. Metin Külünk Pervin Hanım hakkında “Galiba CHP’li bir vekilin eşi” açıklamasıyla sığ siyasetin sanata bakışını yansıtmış oldu. Siyaset sanatla uğraşmamalı, aksine destekleyici programlar geliştirmeli. Sanatçılarımız bizim yurt dışındaki kültür/ekin elçilerimizdir. Ülkemizin onur temsilcileridir.

İktidar cephesinden bakıldığında sanat zaten yapılmamalı (!) Hacivat-Karagöz oyunları, “tiyatora” larla, ilkokul skeçleriyle yetinilmeli(!) Çağdaş dünyanın geliştirdiği her sanat dalı, her etkinlik kasıtlı bir yorumla ötekileştirildi. İnsanlarımızın bu alanlarda var olması istenmedi. Bu bir siyasi tavırdır, gericiliğin toplum kesimlerine dayatılmasıdır. Kültür/ekin alanındaki tiyatro, sinema salonlarının kapatılması, ses sanatçılarının cinayetle sonuçlanan saldırılara uğraması olağanlaştı(!) Hemen her sanat dalı çağ dışı Bedevi Arap anlayışına indirgendi. Ülke hızla gerici Ortadoğu bataklığına sürüklendi.

Ne demiş bu başarılı genç oyuncumuz? “Bu ödülü, kendisine layık görülenlere boyun eğmeyip eyleme geçen, bu uğurda her şeyi göze alan ve ne olursa olsun umut etmekten vazgeçmeyen tüm kız kardeşlerim ve Türkiye’de hak ettiği güzel günleri yaşamayı bekleyen mücadeleci ruhlara armağan ediyorum.” Bu ne yüce gönüllülüktür!

Yukardaki tümceyi son yirmi yılda geriye evrilmiş eğitimin her hangi bir aşamasında bulunan kaç kızımız bir çırpıda söyleyebiliyor? Her söze bir dini içerikli sözcük katmakla kültür düzeyimiz yükselmiş mi oluyor? Kaç öğrencimiz dünya klasiklerinden ve çağdaş edebiyatın dev yazarlarından birkaç kitap okumuştur? Okumak, okuduğunu anlamak kendini geliştirme sorunudur. Okul veremiyorsa birey kendini bireysel farklılığıyla, toplum içinde önemli bir noktaya gelme, kendini bilim veya düşün-yazın alanında kabul ettirme uğraşıyla geliştirir. Okumak önemlidir, okuduğunu anlamak daha önemlidir; bunun da ötesinde okuduklarından kendi gelişimi için aldıkları çok daha önemlidir. Okuduktan sonra oturup bunca zaman vererek okuduğum bu kitap bana ne kazandırdı, sorusu sorulmalıdır. Uygar olmak, insana saygı duymak da aynı oranda değerlidir. Uygar insan öncelikle kendine saygı duyar, öz saygısını yitirmeyen birey karşısındakine de saygılı davranır.

Kendi gibi düşünmeyen, kendi tektip anlayışının dışına çıkan kişileri ötekileştirmek iyiden iyiye yaygınlaştı. Uzun süre alkışlanmak bireyin kendisini dev aynasında görmesini de beraberinde getiriyor. Her söylediğinin doğru olduğuna inanıyor, tarihsel gerçekleri çarpıtarak “ben yaptım” noktasına kadar götürebiliyor.

Bu başarılı oyuncumuz kadın haklarını, kadını eve kapatma, toplumsal yaşamdan uzaklaştırma, kişiliğini yok etme, şiddet uygulama ve daha ilerisi canına kıyma düşüncesi ve eylemlerini dile getirmekle ülkenin hâlâ kanayan bir yarasına parmak basmış. Kadın sorunuyla birlikte tümce içinde geçen kız çocuklarına ve genel olarak tüm çocuklarımıza yönelik cinsel saldırı ve tecavüz konularına da işaret etmesi önemlidir. Sadece son on yılda 4.000 kadın öldürüldüğünü bildiriyor Metin Akpınar.  Bu nasıl bir yok edici tavırdır kadına karşı, anlamak mümkün değil. Yirmi yıldır neredeyse meşrulaştırılan kadın ve çocuk cinayetleri bir an önce ciddiyetle ele alınmalı ve önlenmeli, çözüme kavuşturulmalıdır.

“Doğduğum ülke, buradaki kadınlar, hepimizin bir mücadelesi var. Bu, burada ve dünyanın her yerinde mevcut.” diyor ödüllü sanatçımız. Uygar bir ülke yöneticileri bundan gocunmak, hemen karşısına dikilmek yerine sorunu tüm boyutlarıyla ele alır, yerinde çözmek için tüm olanakları seferber eder. Bizde öyle mi oluyor? Neredeyse özendirildiğini söyleyebileceğimiz açıklamalarla ve tartışmalı kararlarla sorun meşrulaştırılıyor. Kadınlarımız yaşamın kıyısına, bir adım daha ilerisine, dışına itiliyor. Çağdaş yaşamı benimseyen bir birey olarak bu durumu kınıyor tüm olumsuzlukların önüne geçilmesi gerektiğine inanıyorum.

Kutluyorum, dikenli, yarışmacısı bol bir kulvarda başarıya koşmuş ve ödülünü almış çağdaş sanatçımız Merve Dizdar’ı. “Tüm alkışlar sana!” güzel yüzlü, güzel gülüşlü, güzel düşünceli, duyarlı sanatçı.