HİKAYE
İBRETLİ BİR OLAY: HALLACI MANSUR’UN SABIR, KANAAT VE MÜRÜVVETİ FİİLEN İSBATI OLAYI:
Orta Asya’da yaşayan bir grup meraklı insan, bir araya geliyorlar. İslam ahlakının en zor elde edilebilen özellikleri olan sabır, kanaat ve mürüvvet sıfatlarını üzerinde taşıyan ve fiilen yaşayıp görünür vaziyette isbat edebilen bir bilge kişi, alim aramaya karar veriyorlar.
Orta Asya’da ne kadar yüksek alim varsa hepsini ziyaret ediyorlar. Hepsi sabrı, kanaatı, mürüvveti teorik bilgi olarak en güzel şekilde anlatıyorlar ama, pratik fiilen gösteremiyorlar. Alimlerden birisi diyor ki, anlaşılan sizler irfan sahibi keramet ehli maneviyat eri bir bilge arıyorsunuz. Bağdat’ta (o zaman miladi 9. yüzyılda 922’de) Hallacı Mansur adında bir Allah dostu olduğunu duydum. Ona gidin, diyor. O zamanda Bağdat, Abbasiler devri. İlimde, fende, teknolojide ve manevi ilimlerde dünyanın merkezi sayılıyor. Milyonlarca kitabın bulunduğu hem el yazması kütüphanelere sahip Bağdat dünyada bir tane. Bu meraklı grup Bağdat’a gidip (tahminen 3-4 bin km)lik yolu tepip Hallac’ı görmeye karar veriyorlar. Hazırlıklarını yapıp yola koyuluyorlar.
(Bu arada Hallacı Mansur kimdir, onunla da ilgili bir bilgi verelim ki okuyucularımızın merakı giderilsin)
HALLACI MANSUR: Aslında İran’ın M.858’de Tus şehrinde doğmuş, 922’de Bağdat’ta idamen öldürülmüş bir Allah dostudur. Ölüm sebebi ise, bilginlere, kendisinin sarf ettiği; Enel Hak, ben hakkım, sözünü ben Allah’ım gibi düşmanları tarafından yorumlanmış, mahkemece idam kararı verilmiştir. Aslında ben hak’kım, doğruyum, doğruyu söylüyorum. O asrın idarecilerinin yanlışlarını, bilginlerin idarecilerle bir olup halka zulüm ettiklerini söylediği için idam edilmiş. Sonradan gelen ne yazık ki iadei itibar etmişler, bu zatın türbesini yapmışlar. 1000 küsur senedir Bağdat’ta ziyaretgah olarak müslümanların manevi hizmetine sunulmuştur. Daha sonra hakkında çok eserler yazılmıştır. Rahmetli Y. Nuri Öztürk’ün de Hallacı Mansur ve eseri adında bir kitabı vardır.
Şimdi olayı anlatalım:
Sabır, kanaat ve mürüvveti fiilen gösterebilecek ilim ve irfan sahibi arayan bir grup Orta Asya’dan yola çıkıyor. Binlerce km.lik yolu o günün şartlarını en az üç ayda katederek Bağdat’a geliyorlar ve hemen Hallacı Mansur’u soruyorlar. Cevaben; Enel hak davasından idama mahkum olduğunu, şu anda Bağdat hapishanesinde olduğunu öğreniyorlar. Aslında Hallacı hazretleri, ben hakkım, haşa Allah’ım dememiş, Enel Hak, hak benim, hak ve adaleti savunuyorum demişti. Fakat kurt kuzuyu yiyecekse, kuzu çayın alt tarafında, kurt da üstte kuzuya suyumu bulandırma yoksa seni yerim diyor. Kuzu da suyu bulandıran sensin deyince bu seni yemem için bir bahanedir diyor. Hallacı Mansur’un durumu da bu.
Meraklı grup sabahı zor getirip sabah erkenden Hallacı görmek için Bağdat hapishanesine koşuyorlar. Millet ziyaret kuyruğuna dizilmişler, içeri girmenin imkanı yok. Hapishane görevlilerine uzun yoldan geldiklerini anlatarak yardım istiyorlar. Sabır, kanaat ve mürüvveti fiilen öğrenmek ve görmek için binlerce km.lik yolu geldiklerini anlatıyorlar. Hapishanenin dış kapıları açılıp içeri giriyorlar. İçeride kalın demir direklerden yapılmış iç kapıların arkasında hücre odasında geriden Hallacı görüyorlar. Önünde bir kuru peksimet (kurutulmuş ekmek) bir bardak su. Masada elleri ayakları zincirlere vurulmuş. Ziyaretçileri görünce Hallac hazretleri, evlatlarım içeri buyurunuz, diyor. Onlar da demir parmaklıkların ardında nasıl gelelim, diyorlar. Hallac, ulu Allah’ın kudreti ve izni ile irfani olayı kerametini izhar edip, demir kapılar açılıyor. Kollarındaki kelepçeler yere dökülüyor. Oturun yavrum şuraya diyor. Hoşgeldiniz, söyleyin bakalım derdinizi, sorun sorularınızı diyor.
Ziyaretçiler; 3 bin km.lik yoldan buraya sabır, kanaat ve mürüvveti fiilen bize gösterebilecek birisini haber aldık ve bunları öğrnemek ve görmek için geldik, deyince, Hallacı hazretleri; Görüyorsunuz suçsuz olduğum halde devletin kadısı hakimi beni işkence ile öldürülüp ölümü teşhir için darağacına asılmama hükmetti. İsteseydim ben kaçıp giderdim. Buradan kaçarım ama kendimden kaçamam. Ulülemre, devlete isyan edemem. Geldiniz, demir kapıların nasıl açıldığını gördünüz. İşte buna sabır denir.
Önümdeki kuru katı ekmeği suda uzun zaman yumuşatarak yiyorum. Bir bardak da su içiyorum. 24 saatte bana verilen bu. Halbuki beni ziyarete gelenlerin getirdikleri envai çeşit yiyecekleri kuzu kızartmalarını hapishane personeline, fakirlere gönderiyorum. Şu kapıda kuyrukta bekleyen ziyaretçilerimin kucaklarında getirdikleri yiyeceklere bakın. Ama ben onları değil devletin bana hükmettiği kurutulmuş, taş gibi katı peksimet ekmeğini suda yumuşatarak yemeyi tercih ediyorum. Oğullarım işte buna da kanaat derler.
Yarın da teşrif buyurun sizlere mürüvveti fiilen göstereyim, diyor.
grup emeklerinin boşa gitmediğine sevinerek konakladıklrı hana, otele dönüyorlar ve meraktan sabaha kadar uyuyamıyor, sabahı iple çekiyorlar. Sabah oluyor, erkenden Bağdat hapishanesine koşuyorlar. Koşuyorlar ama bir de ne görsünler ki; Hallacı idam etmişler. Cesedi darağacında sallanıyor. Ağlayıp inleyip feryad ediyorlar ama ne fayda. Bu mübarek zatın cenazesine iştirak edelim, bir iki gün daha burada kalalım diyerek otellerine dönüyorlar. Bu olayın verdiği ızdırapla yatıyorlar. O gece bu olayın tesiri ile çok aydınlık bir rüya görüyorlar. (Sürecek)