Bunun için yüce dinimiz hayırlı bir hususta karar verince onda sebat etmeyi emreder.
2.İnat ve kararsızlık (inat ve televvün)
İnat, sebatın, kararsızlık televvün, devamlı renk, tutum değiştirmek ise metanetin zıddıdır. Doğru olduğunu bildiği halde sırf gururundan, kibirinden, bencilliğinden dolayı kişinin yanlışta ısrar etmesine inat, hatta kuru inat denir. Halbuki hatadan, yanlıştan dönmek bir erdemdir, mutluluktur. Televvün, kararsızlıktır. Bir türlü konacak dal bulamayan ömrünü havada uçarak geçiren kuşların yuva bile kuramadıkları gibi kararsız insanlar hayatta başarılı olamazlar. Hani siyasilerin sık sık tekrarladıkları ve doğru yaptıkları bir söz vardır ya; İstikrar (kararlılığın sürmesi), kalkınmanın temel taşıdır. Ferdin ve ailenin yaşamında da sık sık karar değiştirmek zaman israfıdır. Zaten televvün kelimesi –Levn- kelimesinin türevidir. Arapçadır. Renk demektir. Televvün ise devamlı renk değiştirmek, bukalemun anlamındadır. Yanlış yolda devam edenlere büyükler derler ya, yeter, yeter artık bir yerde dur dur diye... İşte bunun maksadı iyilikte devamlılık, kararlılık, kötülüklerden anında ayrılıp doğruya dönmek anlamındadır. İşte bunlar İslam ahlakının kişi ile toplumun dinamikleridir. Bunların yokluğu toplumları zora sokar.
3.NEFSE HAKİMİYET
Üstün ahlakın özelliklerinden birisi de nefse hakimiyettir. Bir insanın insani ve ahlaki üstünlüklerinin göstergelerinden birisi de her halükarda varlıkta, yoklukta, sıkıntıda, genişlikte, neşeli halinde ve özellikle öfkeli-gazap halindeyken günahlara, haramlara, haksızlıklara karşı dirençli, güçlü olmak, nefsine hakim olmak, nefsini zelil etmemekle beraber azgın nefsin atına binip tamiri mümkün olmayan yıkımlara sebep olmak, nefse esir olmaktır.
Nefsi frenlemek, birçok zararların önlenmesinde önemli bir tedbiri ahlaktır. Son derece önemlidir. Ferdi, ailevi, toplumsal, hatta toplumlararası ilişkilerde nefsine hakim olmak, öfkeyi yenmek, büyük felaketlerin önlenmesinde çok çok önemli bir haldir. Bir kıvılcım bir ormanı yakar, bir damla su o kıvılcımı söndürür. Bir ormanı ve içindekileri kurtarır.
Bir toplulukta haddini bilmeyen birisi kalkıp bizlere ağıza alınmayacak, şerefe sığmayacak sözler söylese ve hareketler yapsa, hatta iftiralar savursa, o anda da bizlerin elinde o zibidiyi susturacak veya yok edecek bir alet veya imkan olsa adamı vurup öldürmek mi gerekir, ya da nefsine hakim olup sabretmek mi gerekir? İşte nefse hakimiyet bilgi ile burada kendini gösterir. Esas kahraman ve pehlivan nefsini yenendir. R.SAV. kazanılan büyük bir zaferden dönerken “Küçük savaşı kazandık, büyük savaşa gidiyoruz. Büyük savaş nedir, nefisle savaştır” buyurdular. Yani insanın kendi nefsi ile olan mücadelesi bir ömür boyu süren bir olaydır. Maalesef bugünkü insanlar cihat deyince genel anlamda İslam uğruna haklı haksız cihat anlıyor. Esas cihat hadiste R.SAV.in buyurduğu gibi, nefisle olan savaştır.
Elbette ki düşman kapına dayanmışsa, vatanın tehlikedeyse, yurdunu bölmek, bu milleti parçalamak istiyorsa, onunla savaşmak cihattır. Haklı dediğim budur. Haksız dediğim ise, İslam’ı kendi sığ görüşü ile yorumlayıp, İslam’ın evrensel barış anlayışını gözardı ederek kendi hegemonyaları uğruna binlerce insanın kanına giren DEAŞ, IŞİD, PKK, PYD gibi yıkıcı örgütlerin faaliyetine asla cihat denemez. İslam’da bir kişiyi haksız yere öldüren, bütün insanları öldürmüş , bir kişiyi ölümden kurtaran bütün insanları ölümden kurtarmış gibidir. Maide suresi sh. 113, ayet 32.
Çok açık ve net bir şekilde haksız yere masum insanları öldürmenin kesin bir dille yasaklandığını bildirirken, IŞİD’in cihat perdesi altında, cihat uydurması ile çoluk-çocuk demeden şehit etmesine nasıl cihat denebilir. Demek ki, hakiki cihat insanın kendi nefsi ile olan savaşıdır. Nefse hakimiyet zafer, mağlubiyet ise zillettir. İslam ahlakının en faziletli üstünlüklerinden birisi de hakimiyettir. Maalesef nefsi terbiye etmek, canavarları terbiye etmekten daha zordur. Yusuf Suresi’nde 53. ayet, bir işin zorluğunu Hz. Yusuf şahsında bütün insanlığa bildirmektedir. “Nefis davamlı kötülüğü emreder” denmektedir. (SÜRECEK)