Adamın durumu hiç iyi değildi. Dudakları ve çenesi titreyerek anlatmaya devam etti. “Bıldır bi dana aldım, enettürdüm öküz ettim. Bı yıl askerden gelen oğlanı evereceedük. Altı aydur besliyoz. Arpa ekdük, çavdar ekdük. Yaz boyu öküzümüze, gatırımıza vermediğimiz yemi tosuna verip besledük. Getirip panayırda sattım bugün danayı. Allahı var, eyi de para verdiler. Lakin…” Lakin" dedi tıkandı ihtiyar adam. Ağlamaklı oldu.
- Eee, dedi Deli. Bu arada Berber Adem, makaslı elini beline dayamış, can kulağıyla ihtiyarı dinliyor, zaman zaman "cık cık" diye sesler çıkartarak şaşkınlığını belli ediyordu.
- Ee’si diye yutkundu ihtiyar. Zorla konuşmaya devam etti.
- Ee’si, altmış bin gaymıya sattım malı. "Sattım da..." Bir daha tıkandı ihtiyar. Deli zorlayınca devam etti.
- Cingan panayırından geçiyodum. Bardakta zar çeviren bi gara gız gördüm. Masaya para koyup alanlar da vardı... Gözleriyle etrafa bakındı ihtiyar. Berberin ve Deli'nin can kulağıyla dinlediklerinden emin olunca sessizlikten cesaret alıp devam etti.
- Şeytan girdi aklıma.
- Şeytanını, diye mırıldandı Deli Hasan. Kendini tuttu sonra.
- Bastım on lira önce. Kazandım. Yüz lira, bin lira…
- Derken kaybetmeye başladım. Bırakıp gideyim dedim, bırakmadılar.
- Demem o ki efendi, tosunun parası getti, garıya ben ne diyeceem şimdi. Oğlanı neyinen evereceen? deyip başladı titreyerek ağlamaya. Hasan’ın gözleri kızgınlıkla kızardı. Okkalı bir küfür salladı ihtiyarın sakalına.
- Kalk, dedi ihtiyara. Sağ omzunu düşüren Hasan, topuğuna bastığı Supçin Usta'ya yaptırdığı ayakkabılarını beton yolda tıkırdatarak önde, kasketi iki eline sıkışmış başı öne eğik Şevki Dayı arkada panayırın yolunu tuttular.
Ekin Pazarı yılın bu ayında pazarlıktan çıkıyor, panayır çadırlarından bir temaşa alanına dönüyordu. Bu ayda kasabanın tüm ışıklarını toplasanız panayır ışıkları kadar etmiyordu. Kasabanın kara kışa girmeden önceki son sesleriydi bunlar aslında. Göz alabildiğince kurulan panayır çadırlarının altında çingene kızlarının kollarından omuzlarına kadar dolu tahta kasnaklar, genç, orta yaşlı, ihtiyar kasabalıların kollarına geçirilmeye çalışılıyordu. Sözde vakur taklidi yapan kasaba erkeklerinin kollarına, eninde sonunda panayırcı kızların kasnakları geçiyordu. Yuvarlak kasnakların arasına aylardır tezgaha serilmekten yıpranmış Samsunlar, Maltepeler, Marlborolar, Kentler girecek diye verilen uğraşların, aslında “geçirme” esprisi üzerinden iç gıdıklayıcı bir oyun olduğunu kızlar da adamlar da pek iyi biliyorlardı. Yasakların, ayıpların içinde bir nefeslik günahların askıda olduğu bir andı kasaba erkekleri için cingan panayırı.
Hasan önde Şefki Dayı arkada, genç yaşlı, köylü kasabalı, Tosyalı Osmancıklı, Boyabatlılar, langırt masaları, tüfek atış alanları, kasnakçı kızlar, Sihirbaz Şahset’in çadırı, aç aç çadırı geçildi. Arkalarda bir yerlerde büyükçe bir ateşin başında oturan üç adamın yanına yaklaştıklarında, genzi yakan bir cigara dumanı kokusu geldi burunlarına. Bu kokuyu iyi bilen Deli, ateşe doğru hızlandı. Adamların geldiğini gören Çeribaşı, silindir kasketini yana devirip dikkatle çadırlardan yana baktı. Kara yüzüne sabah akşam sönmeyen ateşin kızıllığı vurmuştu.
- Ağanız kim? diye bağırdı Deli Hasan. Çeribaşı, yabancının kuyruğunun döşünde gerektiğini bilen eski kulağı kesiklerdendi. Gelenlerin sarhoş birkaç serseri olduğunu düşündü evvela. Sonra Deli Hasan’ın öfkeyle bakan yeşil gözlerinin derinliklerindeki kararlılığı ve arkasındaki ihtiyarın perişan halini görünce meseleyi anladı. Cigarasından derin bir nefes çekip, elindeki kırmızı şişeyi usulca toprak zemine bıraktı.
…
Ay ışığı pazaryerini terketmeden sorun çözülmüştü. Şafkı Dayı Hocanın Ömer’in Hanına bağladığı katırını mahçup bir mutlulukla çözerken, Deli Hasan çoktan Zehir Ali’nin meyhanedeki tahta bacaklı masasına oturmuştu.
- Ziya bir karafakır, dedi.
Ziya Usta zaten o içeri girer girmez bir büyüğü açıp, otuzbeşlik başka bir şişeye yarısına kadar doldurmuştu…