Oğlum, Adilcevaz'ın bir köyünde öğretmen o zamanlar.
Biz Ankara'dayız. Aklımız oralarda.
İyi de "Aklımız ne yapıyor oralarda?"
Daldan dala konuyor. Ha bizim aklımız ha parktaki ağaçlarda daldan dala konan, atlayan ala karganın aklı.
Bizim, diyorum, çünkü ben nasılsam eşim de öyle.
Karacaoğlan olsa derdi ki:
"Deli Gönül gezer gezer gelirsin
Arı gibi her çiçekten alırsın."
Karacaoğlan'ın derdi başka. Onun aklı güzellerde.
Olsun.
Ne eksiğimiz var Karacaoğlan'dan?
Atlıyoruz uçağa, Van'da Ferit Melen Havaalanı’nda alıyoruz soluğu.
Kırk yıldır başımızda terör belası var. Ülkeyi yönetenlerin ellerindeki en önemli sermaye terör.
Dünyanın en güçlü ordusu bizde. Terör, bir insanlık suçu. Git üstüne, işi bitir.
Gitmiyor.
Kırk yıldır halkın korkulu rüyası.
Her gün karalı haberler geliyor. İçimiz yanıyor.
Oğlumuz o ateşin içinde.
Ülkeyi yönetenler, sanırsınız, yağmur sonrası çatılarda dolaşan çatı ustaları. Her yağmurdan sonra yerini bildikleri kırık kiremitleri alıp bir başka yere koyuyorlar.
İktidara gelen, iktidarını böyle sürdürüyor.
Van, Bitlis, Batman, Diyarbakır tam bir hafta gezdik.
Oğlumun çalıştığı köy, Süphan dağının kucağında. Köyün önü uçsuz bucaksız Sütey yaylası. Herkes işinde gücünde.
Dağın eteği Van Gölü. Göle, deniz diyor burada yaşayanlar.
Yaylada ateş yaktık, piknik yaptık. Dağlardan göle su taşıyan derelerin ağzı inci kefali kaynıyor. Gölün kıyısında balık tutanları izledik. Gezmedik yer bırakmadık.
Oğlumun öğretmenlik yaptığı köyde, köylülerle söyleştik:
-Öğretmenleriniz nasıl, memnun musunuz?
-Onlar birer melek!
Duygulandık.
Buralar ayrı bir cennet.
Tekne ile Akdamar adasına gittik. Ağaçlar badem yüklü. Badem yedik. Aşk efsaneleri dinledik.
Ahlat'ta büyülendik.
Selçuklu mezarlığına bir girdik, pir girdik.
Çıkamadık.
İyi ki gelmişiz. Atalarımızın mezar taşlarıyla söyleştik. Bu yurdu bize kazandırdıkları için teşekkür ettik.
Aynı şeyi Çanakkale'de de yapmıştık.
Son yıllarda konut alarak vatandaş olan yabancılar da bu duyguyu duyarlar mı bilemiyorum ama buralarda duygu yoğunluğu yaşadık. Göz yaşlarımızla suladık toprağı örten otu çöpü.
Ankara'ya dönünce de "Tanrı Türk'ü korusun." diye her fırsatta haykıran, çok sevdiğim arkadaşımdan çıkardım öfkemi. Bastım fırçayı:
-Bu nasıl milliyetçilik, bu nasıl Türkçülük? Çanakkale'yi, Ahlat'ı görmeyene milliyetçi mi denir? Lise, üniversite öğrencileri grup grup götürülmeli oralara. Mevsimine uygun çadırlar kurulmalı, birkaç gün gezip dolaşılmalı oralarda.
İzci çadırları gibi çadırlar bile olur. Git söyle bu dediklerimi siyaset cambazlarına.
Söylemiş.
Ben onlara, gençler için çadır kurun, dememişim de gidin Ahlat'a saray yapın demişim.
Ahlat'a saray yaptılar.
Şunu bilemiyorlar hâlâ; ölülerin başındaki bir mezar taşı kadar değeri yoktur o sarayın.