Bugünlerde söylenen sözler, başlıktaki soruyu hatırlatır olmuştur.
Çünkü uzun süredir dilaltında söylenen sözler, bugünlerde daha yüksek sesle ve daha keskin bir dille söylenir olmuştur.
Çünkü söylenen sözler sıradan kişiye ait değildir. Önemli politik kimliği olan ve bir siyasi partinin önemli mevkilerinde bulunan kişilere aittir.
Ve de bu sözler, bir ölçüde bağlı bulunduğu siyasi kimliği de bağlayıcı olmaktadır.
Örneğin Pervin Buldan’ın sözleri…
Pervin Buldan, HDP Eş Genel Başkanı’dır ve de bir milletvekilidir. Bu nedenle sözleri gündem olmaktadır.
Partisinin 1 Kasım 2022 Salı günü grup toplantısında, “Cumhuriyet’in 99’uncu yıldönümünü geride bıraktık. Kuruluşundaki âdemimerkeziyetçilik ve demokrasi fikrinin terk edilerek, yerine Kürtler ve Aleviler başta, tüm farklılıkların ret ve inkârına dayalı tekçilik sisteminin devreye sokulmasıyla yaşanan 100 yıllık bir yıkım sürecinden bahsediyoruz” dedi.
Eğer bir dil sürçmesi değilse bu “100 yıllık yıkım süreci” 1923-2023 arasıdır. Bunun başka da bir izahı yoktur. Ve bu çok keskin ifadeler, 100 yıllık Cumhuriyeti suçlayan ağır mesajlar olarak okunmuştur.
Evet, bu süre içinde Kürt sorunu çözülmemiştir. Alevi sorunu çözülmemiştir. Ama bunun nedeni Cumhuriyet sistemi değildir. 100 yıllık Cumhuriyet değildir.
Bunun nedeni; bu sorunları okuyamayan, sosyolojik yapıyı okuyamayan, basiretsiz, yeteneksiz ve ülkeyi yöneten siyasetler ve siyasi kimliklerdir.
***
Benzer ağır sözleri AKP Grup Başkan Vekili Mahir Ünal da söylemişti.
Ve 22 Ekim 2022 Cuma günü Kahramanmaraş’ta düzenlenen 8. Uluslararası Kitap ve Kültür Fuarı’nda yaptığı konuşmada “… Ama maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet; bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir” demişti.
Buna karşılık 31 Ekim tarihli “29 Ekim” başlıklı yazımın sonunu, “Oysaki Cumhuriyetle yaratılan kültür devrimi, Anadolu’nun kendi diliyle, kendi kültürüyle buluşmasıdır. Ve de Cumhuriyetle yaratılan kültür devrimi, Anadolu’nun kendi diliyle, kendi kültürüyle yaşamasıdır. Bu, böyle biline ve de böyle bilinmelidir” diye bağlamıştım.
Peki, sonra ne oldu?
Mahir Ünal söylediği sözlerin arkasında duramadı. Bir hafta sonra büyük bir ‘U’ dönüşü yaptı.
Ve “Tarihte 16 devlet kurmuş bu millete mensubiyetim ve ses bayrağım Türkçemle gurur duyuyorum” dedi.
“Gazi Mutafa Kemal Atatürk’ün bize bıraktığı Cumhuriyet’i ‘Her dem kendini yenileyen coşkun bir nehir’ olarak ele almak gerekir” dedi.
“O halde yaşasın Cumhuriyet’imiz ve onun fikri hür, vicdanı hür nesilleri” dedi.
***
Yine benzer bir ifadeyi de 2015 yılında Balıkesir AKP milletvekili Tülay Babuşçu söylemişti.
Ve sosyal medyada “600 yıllık imparatorluğun ‘90 yıllık reklam arası’ sona erdi” demişti.
O da bir süre sonra ‘U’ dönüşü yaptı. Bir 10 Kasım paylaşımında bulundu.
Ve “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” dedi.
“Atatürk her 10 Kasım’da yeniden doğacaktır” dedi.
***
Aslında yukarıdaki sözler yenilir yutulur sözler değildir. Amacını çok aşan ağır sözler olmuştur.
Çünkü bu sözlerin arkasında, bu sözleri söyleten siyasal bir dolgu vardır.
Bu sözlerde, kişisel bakış gibi görünse de bağlı bulunduğu siyasetle örtüşür bir görüntü vardır.
Ve de bu sözlerde, bağlı bulunduğu siyasetin içindeki mayalanmış bir rüzgârın dışavurumu vardır.
Bu nedenlerle şu sorular tekrar tekrar sorulur:
Bu sözler Cumhuriyetle bir kavganın mı, Cumhuriyet karşıtlığının mı bir ifadesidir?
Ve bu sözler, içten içe bilinçaltında birikmiş, cumhuriyete duyulan bir öfkenin, bir nefretin mi yansımasıdır?
Elbette bu sorulara verilecek cevap, büyük olasılıkla “evet” olacaktır.
Ve 2023 seçim rüzgârının şimdiden Türkiye’yi sardığı bir dönemde, Cumhuriyet karşıtı olan ya da Cumhuriyet karşıtı gibi algılanacak bu sözler elbette gündem olacak, elbette bir tartışma yaratacak, elbette bir siyasal karşılığı olacaktır.