“CUMHURİYETİN KADINLARI”

Abone Ol

20.Yüzyılın başı… Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu dağılma sürecine girer ve Anadolu işgal edilmeye başlanır. Tam da o günlerde bir lider çıkar Türk Ulusunun önüne… Mustafa Kemal Atatürk. Elinde tek bir gerçek vardır: Bir ulus ya bağımsız olacaktır ya da yok olacaktır. Ve böylece Millî Mücadele başlar… Türk Ulusunun çoluğu, çocuğu, kadını ve erkeğiyle omuz omuza verdiği mücadele sonucunda Anadolu işgalden kurtarılır.

CUMHURİYETİN DOĞUŞU

1923 yılı… Anadolu’nun bağrından yıkıntılar arasından yükselen genç Türkiye Cumhuriyeti ilan edilir. Atatürk şöyle der: “Millî Mücadele’nin birinci evresi kapandı, ikinci evresi başlıyor.”

Bu ikinci evre; toplumun yeniden inşa edildiği, çağdaş medeniyetler seviyesinin hedeflendiği dönemdir. Ardı ardına devrimler yapılır:

Saltanat ve Hilafet kaldırılır.1924 Anayasası kabul edilir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim birleştirilir. Medenî Kanun yürürlüğe girer. Üniversite Reformu ile bilimsel düşünce öne çıkar. Soyadı Kanunu kabul edilir. Bu devrimler, yalnızca devletin modernleşmesi değil;
aynı zamanda insanın özgürleşmesi anlamına da gelmektedir.

TÜRK KADINININ AYAĞA KALKIŞI

Cumhuriyetin belki de en büyük dönüşümü, toplumun yarısını oluşturan kadınların özgürleşmesidir. 1933 yılında Köy Kanunu’nda yapılan değişiklikle kadınlara köy muhtarı seçme ve seçilme hakkı tanınır. Bu büyük adımın somut örneği ise Kazan Köyü’nün cesur muhtarı Satı (Çırpanoğlu) Kadındır.

Yıl 1934…Güneşli bir yaz günü.

Atatürk, 2. Türk Dil Kurultayı’na katılmak üzere Ankara’dan İstanbul’a doğru yola çıkar. Eski Kızılcahamam yolu boyunca köylüler onu karşılamak için toplanmıştır. Çardaklar kurulmuş, öğrenciler sıralanmış, kadınlı erkekli herkes o büyük anı beklemektedir. Kazan köyüne yaklaşırken Atatürk’ü bekleyenler konvoyu durdurur. Kimse saygısından otomobile yaklaşamaz. Derken, güzel giyimli köy kıyafetleri içinde cesur bir kadın öne çıkar.

“Paşam, size ayran hazırladık… İner misiniz?” Atatürk gülümser. İnmesi mümkün değildir, fakat o kadının kendine güveni dikkati çeker. “Kim bu kadın?” diye sorar. Kadın başını dik tutar: “Ben Kazan köyünün muhtarıyım. Yeni seçildik. Karşılama için geldik. Ayranlar içilir. Satı Kadın konuşur. Atatürk notlar aldırır. Daha sonra konvoy hareket eder”

Atatürk yanındaki Nuri Conker’e döner ve tarihe geçecek o cümleyi söyler: “Tam milletvekili olacak kadın… Bunu milletvekili yapacağız.” Henüz kadınların milletvekili seçilme hakkı bile yokken… Ama Atatürk için sonuç bellidir: Kanun çıkacak ve bu kadın, Satı Kadın, milletvekili olacaktır.

TÜRK KADINI DÜNYA SAHNESİNDE

Nitekim Atatürk sözünü tutar ve dünyayı şaşırtan bir adım daha atar: 5 Aralık 1934’te Anayasa ve Seçim Kanunu’nda yapılan yasa değişikliği ile kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınır. Satı

Kadın ile birlikte ve daha sonra yapılacak ara seçimle beraber 18 kadın Türkiye’nin ilk kadın milletvekilleri olarak Meclis’e girer.

Avrupa’nın birçok ülkesinde kadınlar hâlâ temel siyasi haklardan mahrumken, Türkiye bu alanda öncü bir rol üstlenir. O gün dünya basınının gözü Türkiye’ye çevrilir.

Fransız Matin gazetesi şu başlığı atar: “Türk Kadınının Zaferi” Ve altına şu satırları yazar: “Biz Fransız kadınları hâlâ seçme hakkı için mücadele ederken, Türk kadınları seçilme hakkına da sahip olması nedeniyle elde ettiği üstünlüğü izah etmek dikkat çekici olacaktır”

1935 DÜNYA KADINLAR KONGRESİ İSTANBUL’DA

Türk kadınının bu hızlı yükselişi tüm dünyada hayranlık uyandırır. Dünya Kadınlar Birliği Başkanı Madame Corbett Ashby, 12. Dünya Kadınlar Kongresi’nin İstanbul’da toplanacağını ilan eder. Ve şöyle der: “Atatürk’ün yarattığı bu yeni Türkiye’yi görmek istedik. Türk kadınlığının gelişiminin çekiciliğine kapıldık.”

18 Nisan 1935’te kongre açıldığında tüm gözler İstanbul’dadır. 40’a yakın ülkeden 360 delege Türkiye’dedir. Kongreye yeni seçilen 17 Kadın Milletvekili de katılacaktır.

Avustralya delegesi Cardell Oliver duygularını şu cümlelerle paylaşır: “İlerleme ve yükselişinin yankıları Avustralya’ya kadar gelen bu ülkeye gelmekten büyük sevinç duydum.”

Kongrenin açılışında kürsüye çıkan Kadınlar Birliği Başkanı Latife Bekir, Fransızca konuşmasıyla tüm dünyaya seslenir: “Türk kadını, Atatürk sayesinde hak ettiği konuma ulaşmıştır.”

Uluslararası Kadın Birliği Genel Sekreteri Katherine Bompas ise şunları söyler: “Biz Avrupalı kadınlar, Türk kadınlarına cidden gıpta ediyoruz.”

Fransız gazeteci Planet Malordok sözlerini sakınmaz: Türkiye’ye kadın hakları konusunda araştırma yapmak ve bilgi edinmek üzerine geldiğini” söyleyerek “Türk kadını bugün bizi geride bırakmıştır. Biz Fransız kadınları Türk kadınlarından çok gerideyiz” diyerek görüşlerini belirtir.

Hukukçu Dr. Ringwald ise şu tarihi tespiti yapar: “Medenî Kanun İsviçre’den alınmış olsa da Türk kadınlığı, İsviçre kadınlığına nazaran siyasî sahada büyük avantajlar elde etmiştir. Türk kadınları ne kadar iftihar etseler gene azdır.”

Cumhuriyetin kadınları… Yalnızca birer tarih figürü, birer isim ya da bir dönemin tanıkları değildirler. Onlar, bir milletin küllerinden doğarken omuz omuza yürüdüğü kahramanlarıdır.

Bugün sahip olduğumuz haklar, özgürlükler ve toplumsal kazanımlar bir günde kazanılmış değildir. Her biri; yapılan fedakârlıkların, çağın çok ötesini görebilen bir liderin vizyonunun eseridir.

Atatürk, “Dünyada her şey kadının eseridir” derken yalnızca bir övgüde bulunmamış; aynı zamanda bir gerçeği de tescillemiştir.