Özellikle Balkan Muharebeleri sırasında tecrübe kazanan Türk kadını, savaş sürecinde açtıkları dernekler ile büyük bir fedakârlıkla ve gayretle çalışarak; asker evlatlarını cephede kaderine terk etmemiştir.
Çanakkale Savaşı sürecinde Türk kadını, daha ziyade cephe gerisinde aktif bir rol üstlenmiştir.
Sağlık hizmetlerinin sağlanmasında, askeriler için kılık-kıyafet ihtiyacının hazırlanmasında, cemiyetler vasıtasıyla yardım toplanmasında ve kamuoyu oluşumunda Türk kadını önemli hizmetlerde bulunmuştur.
Türk kadınının Çanakkale Savaşı sürecinde askerî, ekonomik, sosyal, kültürel alanlarda göstermiş olduğu faaliyetler; Milli Mücadele döneminde Türk kadının daha aktif rol üstlenmesine zemin hazırlamış ve Yeni Türk Devleti’nin yapılandırılması sürecinde de kadının, toplumun tamamlayıcı, birleştirici, dinamik ve modern unsuru olmasında etkili olmuştur.
Unutulmuş kadın kahramanlarımızdan birisi de Hatice Hanım’dır. Türk Kadınlarının işgal ettiği mevkiler malumdur. Kadınlarımız bilhassa Milli mücadelenin en ağır ve şerefli vazifeleri icra etmişler, zaferin temeli olmuşlardır. Anadolu muharebesine silahıyla iştirak eden, büyük fedakârlıklar yapan, yaralanan hatta şehit olan kadınlarımızın miktarı az değildir.
Mücahide Hatice hanımın 14 Şaban 1342, 20 Mart Zafer’i Milli Gazete’ye verdiği beyanatı:
“İzmir’in Kemalpaşa Nif kazasının Ahmetli köyünden Hacı Halilzadelerdenim. Babam merhum Mehmet Efendi’dir. Çanakkale’de Anafartalar’da 5+6. Fırka’da silahımla muharebelere iştirak ettim. Adım Ahmet idi. Benim kadın olduğumu kimse bilmiyordu. Şarapnel ve kurşunlarla dokuz yerimden yaralandım. Milli muharebelerimizde gönüllü olarak katıldım. İzmir işgal altında iken İzmir’de idim. Mösyöler, Yunanlılar ile birlikte kışlamıza hücum ettiler. Yaralanan askerlerimizi İzmir Guraba Hastanesine yerleştiriyordum.
Manisa’ya kadar firar ettikten sonra Manisa Müftüsü bizi İstanbul’ a kaçırdı. İnönü Muharebelerinde bulundum. Hastabakıcı idim, sonraki menzilim Kütahya cephesi ve Dumanlı, Çay Muharebelerine katıldım. Kurtuluşu Ankara’da gördüm. Memleketime döndüğümde beni hayretle karşıladılar, beni öldü zannediyorlarmış. Öksüz büyüdüm, babaannem beni terbiye etti, yetiştirdi. Küçük yaşta askerlerin talimlerini görür, askerliğe arzu beslerdim. Bu arzu beni birçok muhabereye sürüklemiştir.
1954 yılında babamın memuriyeti dolayısıyla Sındırgı’dan Balıkesir’e geldik. Babam daha önce gelmiş, bir evin üst katını bize kiralamıştı. Alt katta ev sahibi yaşlı kadın oturuyordu. 16 yaşında evlenmiş, kısa bir süre evli kalmış, seferberlikte eşi ihtiyat zabiti (yedek subay) olarak askere alınıp Çanakkale’ ye gönderilmiş. Eşinin Çanakkale’den gönderdiği mektuplar ve zarflarını evinin içeriye bakan pencerelerine yapıştırmıştı. Kim bilir neler yazıyordu o mektuplarda? Ama nene her sabah namazdan sonra her mektubu ayrı ayrı okur, her mektubun ardından kocası için dua ederdi.
Şemsi Nene “yakmacılık” denilen bir usul ile çıbanları iyileştirir, geçimini böyle sağlardı. Geleni gideni çok olmasına rağmen Şemsi Nene hiç sokağa çıkmazdı. “Nasıl çıkarım, beyim Çanakkale’ye giderken dış kapısının arkasında ellerimi tuttu, gözlerimin içine bakarak beni evde bekle diye geleceğim diye söz verdirdi. Nasıl sokağa çıkabilirim?” Köşedeki karanlık odasında her gece onun için süslenir, düğününde taktığı iri taneli gerdanlığı takardı.
Nenenin hiç çıkmadığı evden yıllar sonra cenazesi çıktı. Ev yıkılıp gitti ve uzun süre boş kaldı. Arkasından şehidinin ardından söylediği bir güzel manisi kaldı.
(SÜRECEK)