Doğayla konuştuğunuz oluyor mu arada bir? Ben doğayla uyuma özen gösteren bir yurttaşım. Bahçede, parkta veya yol kenarında gördüğüm hemen her çiçekle sesli veya sessiz söyleşirim. Yanımdan geçenlerin ne düşüneceğini, ne diyeceğini fazla önemsemem. Onları görmek içimi ferahlatır. Gülen gözlerine bakarlar, yüzümde bir gülümseme belirir. Sesli veya sessiz bir dostluk kurulur aramızda. Başka bir karşılaşmamızda solduklarını görmek üzüntü verir.
Evimde doğaya gitmesi gereken atıklar doğaya gider; bunlar tüm organik mutfak atıkları, sararmış yapraklar, biçilmiş çim uçları... ve benzerleridir. Bu atıkları bir süre açık havada beklettikten ve çürümeye yüz tuttuktan sonra toprakla karıştırmak toprağı zenginleştirir, bir tür gübre işlevi görür.
Sabahın erken saatlerinde doğanın içinde küçük bir unsur olarak var olduğumun bilincinde penceremi açar, taze havayı solur ve bir uyumlu gün daha geçireceğimi düşünerek sevinirim. Bu olumluluk çevreme de yansır, bunun ayırdında olarak mutluluk duyarım.
Güneşli bir Ankara sabahında açıyorum yumuk gözlerimi. Açıyorum dediğime bakmayın, aslında gözüm kamaşıyor bu güneşli sabahta, başımı kaldırıp pencereden baktığımda. Şaşırıyorum. Nasıl şaşırmayayım? Önce şaşıran ben miyim yoksa mevsim mi diye soruyorum kendime. Yedi uyurlar gibi yılbaşı gecesi uyuyup baharda uyanmış gibi duyumsuyorum kendimi. Sonra baldırıma bir cimdik atıp “Oğlum mevsim kış, ocak ayının ikinci günündesin, yeni bir yıl başladı, kendine gel, yeni yıl gecesi sersemliğini at üstünden.”
İlk şaşkınlığı atlatır atlatmaz düşünmeye başlıyorum. Bu her halde doğanın bize bir intikam oyunu olmalı. Yoksa bu mevsim böyle yağışsız, bahardan kalma ılık bir gün göremezdik. Sanıyorum doğa bizden hesabını soruyor kendisine saygısız davranmanın. Ya bana fısıldıyor ya da ben bu bilinçsiz davranışlarımızın sonucu olarak yaşadıklarımızı aklımdan geçiriyorum. “Zehir kusan bacalarınızla, gökyüzüne saldığınız gazlarla, yapay kimyasallarınızla havamı kirletirseniz, yapay gübrelerinizle toprağımı tuzlaştırır verimi düşürürseniz, üstünüzde oluşturduğum ozon tabakamı delerseniz, ormanlarımı altın uğruna çöle çevirirseniz, verdiğim yaşamı hoyratça kullanırsanız, bu yaptıklarınızı karşılıksız bırakacağımı nasıl düşünürsünüz? Size kış ortasında yaz da yaşatırım, baharda sel gönderir evlerinizi başınıza yıkarım, fırtınalar gönderirim, kömür ocaklarında can da alırım, aklınızı kullanmazsanız yolda da kalırsınız, sabaha da çıkamazsınız. Ne yaparsanız yapın, işe başlamadan önce önleminizi alın, beni de kendinizi de koruyun.”
Mevsim kendini yaşamalı ve biz mevsime uyum sağlamalıyız. İçinde yaşadığımız kap-kaççı düzenin efendilerinin doğaya ve birer parçası olduğumuz insanlığa verdiği yıkımlara dur demeliyiz. Giderek yaşanacak bir nokta bırakmayacak torunlarımıza.
Bu mevsim, böyle ılık bir gün hayra alamet değil!
2 Ocak 2023 tarihinde, tam tamına bir yıl önce, hava konusunu ele aldığım yazımın güncelliğini koruduğunu düşünüyorum. Gökbilimcilerimizin ve yerbilimcilerimizin öngörüleri doğrultusunda geliştiğini görmek üzücü. Ancak bilim insanlarımızın öngörüsünün isabetli olması olumlu bir nokta.
Bu öngörüleri işiten ülke yönetimi önlem almış mı? Bu soruya olumlu yanıt vermek ne yazık ki olası değil. Acil önlem alınmalı, milyonlarca fidan dikilmeli, bu yapılamıyorsa çevreci sivil toplum kuruluşumuz olan TEMA’ya destek verilmelidir.
Doğa kendisi ile barışık olmayan toplumları dize getirir, kentleri yıkar geçer, bu yıkım karşısında korunamazsınız, can ve mal kaybı kaçınılmazdır. Hemen her yağış mevsiminde bu yıkımı yaşadık, artık yaşamayalım.
*
Tam bir yıl önce aynı başlıkla güdeme aldığım bu yazı güncelliğini yitirmedi. Aynı duyarsızlık, aynı rant peşinde koşma devam ediyor. Binlerce cana, yıkıma ve acıya neden olan Maraş-Antakya depremi gösterdi aymazlığımızı.
Doğadan ayrı değiliz, doğanın birer parçasıyız. Unutmayalım.
7 Ocak 2024