“Elalarını, elalarını Allah versin belalarını”
Siyah beyaz televizyonları izlemek için komşularına misafirliğe gidenler, renkli televizyonlarla tanıştılar. Renkli televizyonlarda kanal sayısı arttı; uzaktan kumandayı elimizden bırakmadık. Artık mutfakta, oturma odasında yatak odalarında televizyonlar vardı.
Telefon etmek için ankesörlü telefonlarda sıra bekleyenler telefon kartlarıyla tanıştılar. Çok geçmeden evlerimizin başköşelerinde özel telefonlarımız yerini aldı. Telefon sahipleri faksla tanıştı.
Fotokopi çektirmek için kırtasiyelere koşanlar çok geçmeden kendi işyerlerine bu yeni icat edilmiş makinelerden satın aldılar.
Teknoloji denilen Frenk icadı durduğu yerde durmuyordu. Televizyonlarımız eskimeden yeni modelleri çıkıyordu. Bilgisayarlar televizyonlara rakip oldu. Masa üstü, dizüstü, tablet derken yenileri eskilerin pabuçlarını dama atmaya başladı.
Daktilo müzelik olmuştu. Yazıcılar, lazer yazıcılar, üç boyutlu yazıcılar her gün yenileniyordu. Siyah beyaz fotokopilerin yerine renkli baskı yapan yenileri icat edilmişti. Dekor olarak yerini alan radyolar yeniden keşfedildi.
Evlerimize telefonlar geldi. Eşi dostu; konu komşuyu dilediğimiz saatte aramaya başladık. Telefon ziline koşmaya başladık. Hoş olmayan sürprizlerle karşılaştık. Tanımadığımız bizi arıyor, kimi zaman bize argo sözler söyleyip telefonu kapatıyordu. Telefon sapıkları boş durmuyordu. Acil servis, polis imdat, itfaiye gibi ücretsiz aranan telefonlar susmak bilmiyordu.
Yapılan uyarılar telefon sapıklarının iştahlarını kabartıyordu.
Renkli fotokopi makineleri ülkemizde kullanılmaya başladı. Kalpazanların işi kolaylaşmıştı. Sahte para basmak yerine fotokopisini çekmek daha kolaydı.
Üç boyutlu yazıcılar geldi. Sefa geldi, hoş geldi. Ruhsatsız silah almak yerine yazıcılarda kendi zevkimize göre silah yapmaya başladık. Pompalı tüfekler işe yaramaz oldu.
Düğünde, futbol maçlarından sonra yapılan kutlamalarda, asker uğurlarken silahlar susmak bilmiyordu. Düğünlerde damatları gelinleri, sokak eğlencelerinde balkonlardaki çocukları öldürmeye başladık!
Devlet televizyonlarının karşısında sansürsüz yayın yapan özel televizyonlar vardı. Bu televizyonlarda ana-avrat küfürlerden geçilmiyordu. Sansürsüz denilen yayın demek ki buymuş.
Geçimsizlik nedeniyle mahkeme kararıyla ayılanlar vardı. Ayrılmış oldukları halde kavga yapmayı bırakmıyorlardı. Beddua etmek yerine onlar da teknolojinin nimetlerinden yararlanmaya başladılar. Aynı radyo kanalında eski eşlerden biri çıkıp türkü isteğinde bulunuyordu: “Elalarını, elalarını. Allah versin belalarını.” Türkü biter bitmez yeni bir istek geliyordu: “Kurşunlara gelesin.”
Telefon sapıkları, intikam peşinde koşanlar da boş durmuyordu. Canlı istek programına telefonla katılan izleyici türkü isteğinde bulunuyordu: “Adam olamadın zevzek. Yürü be, yürü be insan değilsin.” Telefondaki kişi kendi adı yerine sevmediği kişinin adını kullanıyordu.
Huylu huyundan vazgeçmezmiş. Teknolojiye uyum sağlamaya başlamıştık. Nasıl olsa birileri çıkıp yeni icatlar yapacak. Önemli olan onların icatlarını, onların akıl edemediği yöntemlerde kullanabilmek.
Bu kurallara uymayanlara özür borcum var.