Bir Zamanlar Yazı Çarşı ve Çaygeçe-40

Abone Ol

“DÜN VE BUGÜN” ÜZERİNE

Çorum’un etrafı bağlarla kaplı demiştim ya; özellikle esnaf her Pazar iki tekerli eşek arabalarına veya ‘yaylı’ya biner bağlarına giderdi. Sabahın erkeninde bağına gider, akşama kadar semaverini yakar, çorbasını içer, yemeğini orada yerdi. Şimdi o bağlardan ve böyle bir yaşantıdan eser kalmadı. Bunlar gibi, bugün eski Çaygeçe’den de söz etmek mümkün değil. Dolayısıyla eski Çaygeçeli de yok artık.

Mahallenin sakinleri birer birer şehir merkezine taşındı. ‘İskedos’ dediğimiz ahşap evler, kerpiç duvarlar harap olup birer birer yıkıldı. Yerine “apartman” denen yüksek binalar yapıldı. Dolayısıyla eski dostluklar, eski komşuluklar, komşu dayanışmaları da yok oldu.

“Komşu komşunun külüne muhtaç” özdeyişi yerine;

“Komşu komşuyu tanımıyor” sözü söyleniyor.

Önceleri evde ne pişerse bir ‘sahan’ da koşuya götürülüyordu. Bugün bitişik komşu acından ölse kimsenin umurunda değil.

“Komşuda pişer, bize size de düşer” özdeyişinin anlatıları nasıl kayboldu, nerelerde kaldı anlaşılır gibi değil...

“Komşun aç dururken, sen tok durursan...”

“Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız...” deniliyordu. Bu sözler buzu bırak,  su yüzüne mi yazıldı?

“Şimdi zaman değişti” deniyor.

Zamanın değiştiği yok; zaman yine eski zaman. Gün yirmidört saat. Ay otuz gün. Yıl ,yine dört mevsim. Ve yıl, gününü, saatini, dakikasını tamamlayınca ‘yeni yıla’ giriyor. Her sabah güneş yine doğudan  doğup, batıdan batıyor. Böyle olunca zamanın neresi değişti? Değişen zaman değil, insanlar değişti. İnsanların fiziği değil, beyinlerindeki düşünceleri değişti. İnsanlar  değil, ‘insancıklar’ olduk...

Sosyal yaşantılarımız değişti. Adet ananelerimiz değşiti diyemiyorum, yok oldu. Düşüncelerimiz, görüş açımız, hayata bakış açımız değişti. Küçük büyüğü tanımaz; büyük küçüğü anlamaz oldu. Neredeyse, konuşulan güzel Türkçemizi anlamaz olduk, dilimiz değişti...

Bakın mağazalarda, iş yerlerinin tabelalarına; anlamadığımız isimlerle dolu. Ne sattığını, ne iş yaptığını ancak kapısından içeri girersek anlayabiliyoruz.

Gençlerimizin giyimi kuşamı derseniz, yürekler acısı. Eskiden yırtık elbise giymek ayıptı; yamalı ve temiz elbise giyerdik. Bugün baldır bacak göstermek için özellikle yırtılarak satılan pantolonlar daha pahalı satılıyor. Üst giysi dersen, kalçadan bir karış yukarıda.

Kollar, ne ifade ettiği belli olmayan simsiyah, çipçirkin, adına “dövme” denen rezaletlerle kaplı. Kaş, dudak, burunlarda metal parçaları sallanıyor. Bu metalerden göğüslerine, göbeğine, hatta dillerine taktıranlar da varmış. Şimdi bunun adına “moda” mı diyelim; yoksa “rezillik” mi diyelim? Özellikle de bu zihniyette olanlar karar verip, onlar izah etsin istiyorum.

“Geçmişini bilmeyen, geleceği inşa edemez” sözü, gençlere neyi anlatmak istiyor... ‘Bulucu’ değil, taklitçi olduk; üretici değil, tüketici olduk.

Bakın sevgili ozanımız “Elyvan” mahlası ile yazdığı “Çorum Bağları” isimli şiiriyle (çocukluğumuzun Çorum bağlarını) anlatırken, az da olsa o yılların yaşantısına da değinmiş.

(Not: Şiirin altında adı yazılı değil. Ancak benim öğrencim eğitimci Elvan Giraz olsa gerek...)

(SÜRECEK)