KÜÇÜK BİR CEP (HİKAYESİ)
Hamoğlu Şükrü Ağa’nın evinin hemen ilerisinde çıkmaz sokağın girişinde mahallenin terzisi Nefise Abla vardı. Nefise Abla narin, tirentez, sarışın, minyon tipli, Çerkez güzeliydi. Terzi Nefise Abla ile çocukluk bir anımı sizinle paylaşayım:
Kırklı ellili yıllarda konfeksiyon denen bir yapım yoktu. İç çamaşırından tutun da, paltosuna mantosuna kadar bütün giyecekler terzilerin elinden çıkardı. Bunun içindir ki terzilik çok gözde bir meslekti. İşi çok olur, en basit bir dikiş için sıra beklerdiniz. Ayağınıza giyeceğiniz çoraplar, ellerinize geçireceğiniz eldivenler bile yün ipinden örülen el emeğiydi.
Bileklere dolanan yünler ‘kirmanla’ ince ip haline getirilir, ‘mil’ veya tığ yardımı ile elde örülürdü. Dikilen ve örülenler eskiyince yamalanır veya onarılır yine giyilirdi. Hem de giyilemeyecek hale gelinceye kadar.
Anam, benden iki yaş büyük ağabeyimle bana gömleklik almış. Bunu Nefise Ablaya bizimle beraber götürüp diktirecek. Anamla birlikte biz de gidiyoruz ki, Nefise Abla ölçümüzü alsın, ona göre diksin. Alınan gömleklik kumaş anamın koltuğunun altında, biz anamın yanında Nefise Abla’nın kapısını çaldık. “Kim o” diye seslendikten sonra Nefise Abla, bütün zerafetiyle görünerek kapıyı açtı. Ve davetkar bir ses tonu ve kibarlığı ile “Buyurun Ayşe Hanım” deyip, bizi içeri aldı. Anamın koltuğunun altında gömleklik kumaş olmasından, ne için geldiğimizi anlamıştı.
Hoş-beşten sonra, kumaş ölçüldü, önce ağabeyimin ölçüsü alındı. Sonra benim ölçüm alınırken ben “gömleğimin göğsüne cep yap” dedim. Ben yap der-demez anam;
“Hayır, cep istemiyorum” diye itiraz etti.
Ben “istiyorum” diyorum, anam “hayır” diyor.
“Hayır, gömlekler kısa kollu yapılacak, kumaşı da ona göre aldım. Cep falan istemiyorum” diyor.
Ben “istiyorum” diyorum, anam “hayır” diye didişiyoru.
Ağabeyim hiç sesini çıkarmadan kuzu kuzu oturuyor. Sonunda ben “cep olmazsa giymem” diye hırçınlaştım.
Nefise Abla “Ne olacak Ayşe Hanım, el kadar bir parça, dikiveririm. Çocuğun istediği olsun” dedi.
Anam Nefise ablaya da:
“Hayır, cepsiz olacak” diye itiraz etti. Ve sonunda anam ne dedi biliyor musunuz...
“Nefise Abla, ben zaten kısa kollu olacak kadar kumaş alabildim. O ‘el kadar’ dediğin parçayı saklarım. Gömlek eskiyip yırtılınca onu yama olarak kullanırım. Bu huyu kuruyası gavur dölü, yamayı, aşka renk bir kumaş parçasından yaparsam giymiyor” dedi. “Onun için koydurmak istemiyorum.”
Anamın bu sözüne Nefise abla biraz düşündü; sessiz kaldı; sonra benim kolumu tuttu, birkaç defa sıktı ve göz kırparak;
“Haydi koçum, sen git. Sana güzel bir gökmelk dikerim” diye ağabeyimle ikimizi evden çıkardı.
Sonunda dikilen gömlekler yine kısa kolluydu. Ve benim gömleğimin göğsünde küçük bir cep vardı, ağabeyiminki ise cepsizdi.
Şimdi düşünüyorum da anam haklıydı galiba. Çünkü mahallenin hem en fakiriydik, hem de o gömlek küçülüp eprise de üç dört yıl giymek zorundaydık. Benim neyimeydi fiyakalı gömlek giymek, bir de çocuk yaşımda.
Çocuktuk, fakirdik çok doğru, ancak yaratılış özelliği denen fıtratı unutmamak gerek. Bazı özellikler sonradan kazanılsa da yaratılış özelliği kalıcı olsa gerek. Ben hala bu yaşıma karşın giyeceklerimi birbirine uyumlu olarak giyinmeye özen gösteririm. Ve de gömleklerimin cepli olmasını isterim. Ne yapayım huy işte. Anam hep “huyun kurusun” derdi. Ancak bir türlü anamın “kurusun” dediği huyumu kurutamadım...
-
Yazı Çarşı’da Jandarma Karakolunun karşısında “Balcılar” diye geniş bir aile vardı. Dört beş aile, kapıları ayrı da olsa, aynı yerde yaşardı. Hepsi de dikicilik (ayakkabı yapan) mesleği ile meşguldü. Birbirleri ile çok yakın akraba idiler. Varlıklı ailelerdendi. O zamanlar hazır ayakkabı satılmadığından, ayağının ölçüsünü verip ayakkabı yaptıracaktınız. Dikicilik de gözde mesleklerdendi.
(SÜRECEK)