Deşeneklerimizi (bilye) özlü çamurdan kendimiz yapar, onları kurutur, sulu boya ile rengarenk boyar, sonra oynardık. Varlıklı aileler çocuklarına “cıncık” dediğimiz cam deşenek alır, onlarla oynardı.
Döndereceğimiz ayıyı (topaç) çam ağacından çakı bıçaklarımızla kendimiz yapar, ucuna kabara çakar, kendi yaptığımız kamçılarla vınlata vınlata düz yerlerde saatlerce dönderirdik.
Çevireceğimiz çemberi,ince demir çbuğu kendimiz çember şeklinde büker, sonra yarış yapardık. Demir çubuğun daha incelerini bulursak, ondan araba, kamyon yapar, kendimiz çekerdik.
BİR TAHTALI KUŞ HİKAYESİ
Uçuracağımız tahtalı kuşumuzu (uçurtma) kendimiz yapar, akşamın rüzgarında Yazı Çarşı meydanlığında uçururduk. Em de şapırdaklı, şapırdaklı, uzun kuyruklu. Hem de kocaman kocaman.
Bir keresinde Namazgah semtinde oturan lise öğrencisi bir ağabeyimiz bir metreden büyük bir tahtalı kuş yapmış. Bilirsiniz Çorum’un rüzgarını, akşam saatlerinde başlar esmeye, günün son saatlerine kadar eser. Bunun içindir ki, o yıllar balkon sefası hiç yapılmazdı. Tahtalı kuşu yapan ağabeyimiz, tahtalı kuşunu Çiftlik Mezarlığı civarındaki boş alanda uçurmak için yanına da mahalledeki gençleri almış, tahtalı kuşu salmış rüzgarın önüne. Vakit gece. Tahtalı kuşun önüne ‘şapırdak’ koymuş, şapırdaklar şapır şapır ses çıkarıyor. Kuyruğu uzun, rüzgarın önünde “sıyır sıyır” ses çıkarıyor. Kuşun bağlandığı kındap (az kalın, dayanıklı ip) uzun mu uzun, tahtalı kuşu yükseklere çıkarıyor. Uçurma zamanı gündüz olsa, çok uzaklardan görünecek gökyüzünde süzülüşünü. Ancak ağabeyimiz gece uçurarak da gösteriyor tahtalı kuşunu. Hem de çok uzaklardan. Nasıl mı?
O yıllar ufo-mufo söylentileri de pek yoktu. Ancak ‘casus’ söylentileri çok oluyordu. Şehrin hemen kenarında gök yüzündeki bu hareketli ışık neyin nesiydi? Mahalle halkının meraklandırıyor, hatta ayaklandırıyor. Işığı görüp seyredenler şaşkınlık içinde her kafadan bir ses, çeşitli garip söylentilere neden olmuştu.
“Bu, casus teyyaresi, bizi gözetliyor.”
“Yok canım teyyare olsa uçar gider, bu gitmiyor, bir sağa bir sola hareket ediyor.”
“Şeytanın parıldısı” diyor bir başkası.
“Doğru şeytanın parıldısına bakılmaz, haydi evlerinize”
Ve daha ne garip söylentilere neden olmuştu. Sonunda emniyete kadar gidip ihbar edildiğini işitmiştik.
Emniyet görevlileri ışığın altına kadar gelip müdahele etmişler. “Mahalleye korku slıyorsunuz” diye, indirtmişler tahtalı kuşu. Korkutan tahtalı kuş bir daha göklerde salınamamış...
DAYIM DAYIM BİR ELMA
Yazı Çarşı meydanlığı biz çocukların oyun arenasıydı. Öyle ki, akşamın loş karanlığına kadar yorulmaz oynardık. Ve akşam ezanı okunuşunu dahi duymazdık.
Akşamın karanlığında dükkanlarını kapatıp evlerine giderken yanımızdan geçen büyüklerimiz söylenirdi:
“Yerler mühürlendi oğlum, daha ne oynayıp duruyorsunuz, haydi evlerinize gidin” diye.
Onların seslenişlerini çoğumuz duymazdık bile. Duyanlarımız da oyun bozulacak diye aldırış etmezdi. Akşama doğru oyunun tadı doruk noktaya çıkardı çünkü.
(SÜRECEK)