OYUNCAKLARIMIZ VE PATLANGUÇ
Biz bütün oyuncaklarımızı kendimiz yapar, kendimiz oynardık. Aşık, deşenek, çiğit, karton sigara kapağı, gazoz kapağı, beş taş... oyuncaklarımızdı. Ayımızı (topaç), tahtalı kuşumuzu (uçurtma), çemberimizi kendimiz yapar, onlarla akşama kadar oynar, ter yüzümüzden yol yol akardı. Patlangucumuzu kendimiz yapar, kendimiz patlatırdık. Patlangucun nasıl bir oyuncak olduğunu bugünkü kuşağın hiç bilmediği gibi çok kimseler de belki bilmeyebilir. Anlatayım:
Yazı Çarşı’daki Cumhuriyet İlkokulu’nun doğu karşısında iki bakkal, bir kahve vardı ve bunların arkasınd ada büyücek bir bahçe, yanında da mahallenin esnafından Emin Ağa’nın evi...
Kahve ve bakkal dükkanlarının esas sahibi Emin Ağa’nın olduğu söylenirdi. Emin Ağa’yı fistanımsı beyaz geceliği ile kapısının önünde sandalyede oturarak bir iki kişi ile sohbet ettiğini sabah okula giderken görürdük.
Emin Ağa’nın evinin arkasındaki büyük bahçesi kerpiç duvarlı idi. Bahçesinde çok çeşitli meyve ağaçları olduğu gibi, bir de ‘patlanguç’ ağacı vardı. (Halk arasında söylenen isim) Patlanguç ağacının dallarından dal isterdik. Keser, verirdi Emin Ağa. Bir daldan beş altı çocuğa “patlanguç oyuncağı” çıkardı. Dal, onbeş yirmi santimetre aralıklarla boğum boğumdu çünkü. Patlangucu olmayanlar, bir yolunu bulur duvardan atlayarak izinsiz ağaçtan dal kestikleri de olurmuş.
Bu ağacın dalını onbeş yirmi santi aralıklı boğum yerlerinden keser, “patlanguç” denen oyuncağımızı yapardık. Bu oyunca yalnızca patlanguç ağacının dallarından yapılırdı.
Patlanguç ağacının dallarının içi yumuşak, süngerimsi dokuludur. Bu dokuyu boşaltırdık. İçine, kurşun kalemden biraz daha kalın çubuk girerdi. Bu çubuğun ucunu küçük tahta iplik makarasının deliğine sokar, sabitlerdik. Bir nevi horozlu eski tüfeklerin “harbi” doenin ve barutu tüfeğin namlusuna basan çubuk gibi olurdu. İçini boşalttığımız patlanguç ağacı dalının boğumlu yerin altından kestiğimizde alt kısmının deliği, üst kısmının deliğinden dar olurdu.
Üst delik ağzına, sokakta bulduğumuz karpuz kabuklarından dişimizle küçük parçalar ayırır, basardık. Bastığımız karpuz kabuğu parçalarını, makaralı çubukla az ileriye iter, hızla üstten vurur,inceden dar ağızda kalan kabuk pat diye bir ses çıkarırdı. Aslında bu ses içeride sıkışan havanın itiş çıkış sesiydi. Üç beş arkadaş çat pat seslerini arazıda yarıştırırdık.
Bazen, biraz ‘etli’ bırakılmış karpuz kabuklarının kırmızı tarafını (etini) kemire kemire yediğimiz olurdu. Kalanı yine patlangucumuza ‘mermi’ görevi yapardı...
(SÜRECEK)