Bilge ve şifacı şamanlardan hekimlere

Abone Ol

Çocukluğa zum yapan kamera kendi içinde gelgitlerle ilerliyor. Sardunyaları kırmızısından ufka; ıhlamur, hanımeli, yasemin kokularıyla, ağzında akide şekerinin erimeyen tadı. Bir iz sürücüdür o, zamanın yağmasından kurtardığı anılarla. Ah o öpünce geçen acıların genişleyen açısı, yitirilen kazanımları kanla, irfanla, devrimle kurulan Cumhuriyet’in. Yazdıkça hep ebesi olmak oyunun. Dengesizlikteki denge… Sevgiyle beslenen çocuğun yazdıkça hep belleğin kadavrasına ruh üflemesi yeniden, göktaşı sağanağında sözcükler süzülüp indikçe yazısına kâğıdın adalar, göller çizmesi, denize giden ırmaklar, ufkunda gökada olan bir iklimde. Göktaşı yitip giderken kuytusunda yazının ormanın kokusu kalmıştır geriye, iz sürmenin işaretleri.

Sertleşen şeyler soluksuz bırakıyor hayatı… Esneklikle estetiğin albenisi nasıl da diri tutuyor belleği, kireçlenmesini önlüyor. Do sesine giden diğer sesler; do, re, mi, fa, sol, lâ, si… İlk ses Do olsa da yola çıkılan varılan Do o değildir artık, seslerin eliptik döngüsünde. 

Bilinçaltı kamerayla periskobun ayrışan resimleri, görülenle gösterilen arasındaki. Uçan kuşun sudaki balıkları hissetmesi, mercan resiflerini. Anlamın öte yüzündeki mana. Suya atılan taşın dibe çökmemesi… Ufkun kızıllığıyla akşam güneşinin kırmızısı… Hem o hem öteki olması rengin.

Bunlar Dr. Bahar Uysal Hamaloğlu’nun “Aklımın Silemediklerini Yüreğin Yineler” adlı kitabını okurken bende oluşan yansımalar. (Detay Yayıncılık, 2024, Ankara)

“Ben neden yazıyorum?” diye sorar kendine, “Sağaltıyor beni” diye yanıtlar, “Defterler ve klavye iyi bir dinleyici. Söz kesmeden sonuna kadar dinliyorlar beni. Dert, tasa yükümü boşaltıyorum. Yüreğim hafifliyor. Sevinçlerimi, anılarımı, çocukluğumu, gençliğimi, şimdiden kaydediyorum. Onlarla ortaklaşıyorum, arkadaşlarımla.”

Kitabın iç kapağındaki bir ifadenin bizi geniş bir açıyla okumaya çağırdığını görüyoruz. Kitabın iç kapağındaki “Günlere Düşen Yazılar ve Çeviriler” ifadesi yakınsak ve ıraksak merceğiyle yazarın bizi bekleyen derinliği anlatıyor adeta. Yazarımızın birkaç yabancı dil bilmesi sadece kitabı değil biz okurları da farklı kültürlerin coğrafyasında gezdiriyor, zenginleşiyoruz.

Bu ifadeler sadece yazarın samimi sözleri. Ancak son dönemde yakın çevreme hep söylüyorum, lütfen anılarınızı yazınız, diye. Dünyada küresel çeteler tarafından dayatılan tek tipleşmeye, toplumların parçalanarak şehir devletlerine ayrışmasına karşı hayatı savunmanın yolu, yordamı yazmak. Al-tüket-at çağında birileri yeniden köleci çağı dayatırken yazı bir direnme hamlesidir. Uydulardan atılan ağlarla insanlık kuşatılmışken hayatın hiç de onların çizdikleri gibi olmadığını sadece günümüze değil geleceğe de bir belge olarak bırakmanın yordamıdır anıları yazmak. Yarınlarda günümüz dünyasını araştıracak olanlara gerçekliği bir kalıt olarak bırakmak. Eğer roman yazacak, dönem filmi çekecek olanlar varsa onlara ne denli renkli, sevgi dolu hayatlar yaşadığımızı, acılarımız olsa da onların öpünce geçtiğini anlatmak. Bütün bunlar anı yazanların belki de bilmeden yaptıkları değilse nedir ki?

Bahar Hamaloğlu bu kitabında sadece anılarını paylaşmıyor okurlarıyla, aynı zamanda insana, doğaya ve topluma bakarken kadrajına giren şeyleri söyleyen denemeler de var.  Ayrıca yaptığı şiir çevirileri hem kitabı hem de biz okurları zenginleştiriyor.

İşte bu bağlamda kitapta özgeçmiş olmadığı için kendisinden rica ettim.

Şimdiye dek yıllarımın tümü doğduğum kent Ankara’da geçti. Annem ve babam Dil Tarih Coğrafya Fakültesi mezunu iki jeomorfologtu. Annemin büyükleri Gümülcine, babamınkiler ise Selanik doğumlu. İlköğrenimimi Ayşeabla İlkokulu’nda ortaokul ve lise öğrenimimi TED Ankara Koleji’nde tamamladım. Bu yıllarda İngilizce ve Almanca öğrendim. Daha sonra Almanya’da Goethe Enstitüsü’nde Tıp Almancası çalıştım. Daha sonra kendi çabamla İspanyolca ve İtalyanca öğrendim.

Hekimlik fikri annemin beni yönlendirmesi, daha çok da teşvik etmesi nedeniyle lise yıllarımda başladı. Tüm arzusu hekim olmak olan annem kist hidatik nedeniyle iki kez A.Ü.T.F Genel Cerrahi Bölümünde ameliyat olmuş, bu nedenle bakalorya sınavında başarısız olunca Tıp Fakültesi onun için bir hayal olmaktan öteye geçememiş. Daha önceleri kimya öğretmeni olmayı düşlesem de annemin hayalinin izini sürmeye karar verince seçimim tıp oldu. 1973 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesine başladım. Mezuniyet sonrası bir süre kurum hekimliği yapıp Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon bölümünde ihtisasa başladım. Daha sonra Atatürk Göğüs Hastalıkları hastanesinde Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz ihtisasını tamamladım. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Medikal Onkoloji doktorası yaptım. Göğüs Hastalıkları hekimi olarak Devlet Demiryolları Hastanesi’nde yirmi yedi yıl çalıştım.

Dr. Bahar Hamaloğlu özgeçmişinde ifade etmese de sosyal medyadaki arkadaşlığımız sayesinde fotoğraf sanatıyla da uğraştığını biliyorum.

Son dönemde hekim yazarların epey kitabını okudum. Kimine yazı yazdım, kimileriyle de söyleşiler yaptım. Hanidir söylediğim bir sözün adeta sağlaması oldu bu okuma ve çalışmalar. Kendi toplumunun bilgesi ve şifacısı olan şamanların günümüzde hekimlerde sürdüğünü bir kez daha gördüm. Hekimlerimiz şifa dağıttıkları gibi hikâye ve romanlarıyla, deneme ve çevirileriyle bilgeliklerini sunuyorlar topluma.