Belli oldu ki, Üçüncü Dünya Savaşı Ortadoğu’da patlak verecek.
Ve Şii-Sünni kavgasından çıkacak.
Zaten 1. ve 2. dünya savaşları “paylaşım savaşı” olarak adlandırılmıyor mu?
Bu da, “3. Paylaşım Savaşı” olacak…
Enerji kaynaklarının paylaşımı için savaşılacak…
Ama önce, İslam Dünyası’nın, mezhep savaşları ile süngüsü düşürülecek. Sonrası Allah kerim…Hangi ülkenin hangi bacağı kimin elinde kalır, artık orası kestirilemez.
Oysa, kısır döngü bu…Emperyalizm, “demokrasi” getirme bahanesiyle İslam ülkelerine müdahale ediyor, mezhep kavgalarını körüklüyor…Milyonlarca insan ölüyor. Milyonlarcası evinden-yurdundan oluyor.
Terör, “İslam”la birlikte anılır hale geliyor.
Bütün dünya, teröre karşı diye İslam’a karşı gardını alıyor.
*
Suudi Arabistan, Şiiler duruma egemen olur gibi görününce Yemen’e savaş uçaklarını gönderiyor.
Elindeki 47 Şii mahkumu, kellelerini keserek idam ediyor.
İran, bunun bedelinin ağır olacağını haykırıyor.
Suudi Büyükelçiliği yakılıp yıkılıyor.
Ortadoğu’da, Suudi Arabistan’ın liderliğinde, Türkiye ve Katar’ı da içine alan bir Sünni blok oluşuyor ki, arkasında Amerika ve müttefikleri var.
Şii blokta ise İran, Irak ve Suriye yönetimleri ile arkalarında Rusya var. Daha arkada Çin’i de sayabilirsiniz.
Yani, emperyalizm bölgeyi karıştırdı ya, sonra kendisini de yangının içinde bulacak.
Bir de bakmışsınız ki, dünyanın büyük felaketi kopuvermiş…
*
Peki, Atatürk Türkiyesi’nin bu bataklığın içinde ne işi var?
Sünni İslam’ın liderliği hevesiyle, mezhep çatışmalarına balıklama dalmanın ne alemi vardı?
Bakın liderliği de vermiyorlar işte.
Kaldı ki, lider olsanız ne yazar?
Adamı gaza getirir, sonra yağlı kazığa oturtur bu emperyalistler…Saddam’dan başlayarak örneği pek çok…
Hep söylüyoruz; Türkiye, laik ve demokratik nitelikleriyle, Batı’nın bir parçası olarak İslam alemi için, Türki cumhuriyetler için örnekti, yol göstericiydi, yararlıydı. Batı’yla arada köprüydü. Ortadoğu batağına saplanmış, satrancın piyonu haline gelmiş bir Türkiye’nin, ne kendine hayrı olur, ne de İslam alemine…
Gittiğimiz yol yol değil.
Batıyoruz.
Silkinmek ve “son zamanların moda deyişiyle” cumhuriyetin fabrika ayarlarına dönmek zorundayız.
Atatürk’ün doğrultusunu çizdiği “laik - demokratik cumhuriyet” çizgisine ve “yurtta barış, dünyada barış” ilkesine dönmek zorundayız.
Saplantılarımızdan kurtulamadığımız takdirde, korkarız ki, pek yakın bir gelecekte “çok geç” kalmış olacağız.
Fanatik siyasi taraftarlığı bir kenara bırakıp, akılla ve iz’anla düşünmeye herkesin, ama herkesin ihtiyacı var.
Fazla vaktimiz kalmadı.
-ANLAMAYANA DAVUL-ZURNA AZ-