BAHAR GÜNEŞİM

Abone Ol

Kentpark’taydım; mevsimse, geçen yazın sonuydu. 

Umulmadık biçimde, karşılaştığım oydu. 

Göz göze bakışarak, şaşkınca kaldık öyle. 

Bir süre konuşmadan, geçmişe daldık öyle. 

Yalnızdı benim gibi, gülümsedi hüzünle. 

Gamzesine yakışan, yüzündeki o benle. 

Nasıl da sevinmiştim, yeniden gördüğüme. 

Bir anda duygularım, dönüştü kördüğüme. 

Bir masaya oturduk, birer de çay söyledim. 

“Seni görmek ne güzel bunca yıl sonra,” dedim. 

“O son günden bu yana, kim bilir kaç yıl geçti? 

Zaman denen bu tırpan, ömürden çok yıl biçti.” 

Dedi: “Çok zaman oldu, on dörde bastı kızım. 

Ben kadere yenildim, böyleymiş alın yazım.” 

Dedim ki: “Yıllar yılı nasıl aradım seni. 

Bulamadım izini, hep çektim özlemini. 

Sen eski sen değilsin; süzülmüş, incelmişsin. 

Benim gibi yaşamın son yazına gelmişsin. 

Ne çok sevmiştik yıllar önce birbirimizi. 

Bir oyuna getirip, ayırmışlardı bizi.” 

Dedi ki: “Doğru dersin, aradan yıllar geçti. 

Yaşam yoldaşımızı, biz değil eller seçti.” 

Dedim ki: “Mutlu musun eşin, çocuklarınla?” 

Dedi: “Belli değil mi? görünüşümden anla. 

Büyüklerin zoruyla bir araya gelmiştik. 

Tanışıp bilişmeden, onunla evlenmiştik. 

Bir anlamsız gurura, bizi kurban ettiler. 

Yaşamı zehir-zıkkım, hem de zindan ettiler. 

Eski günlerimizin hep çektim özlemini. 

Ben mutlu olamadım, bilemiyorum seni. 

İki de çocuğum var; biri oğlan, biri kız. 

Çocukları saymazsan, her an yalnızım yalnız. 

Peki, senden ne haber? sen nasılsın eşinle? 

Mutlu musun O’nunla, o “Bahar Güneşi”nle?” 

Bu sorusu üstüne mutsuzca gülümsedim. 

“Büyük acılar çektim, büyük acılar...” dedim. 

“Biz de anlaşamadık; evliliğim yanlıştı. 

Benimle tek konuda, ayrılmada anlaştı. 

Birliktelik bir yıldı, o evlendi yeniden. 

Bense hala yalnızım; hiç sorma, niçin, neden? 

Tuz bastım, yıllar yılı gönlümdeki yaraya. 

Seninle kulübeyi, değişmezdim saraya. 

“Bahar Güneşim” sendin, o asla olamadı. 

“Şairin” senin gibi, birini bulamadı.” 

Dedi ki: “Bilmiyordum, çok üzüldüm inan ki. 

Seni mutlu edecek, yalnız o muydu sanki? 

Sönmeden içindeki, o yaşama ateşi. 

Ara, mutlak bulursun, uygun bir “Yaz Güneşi.” 

Dedim: “O mutluluğu, ben seninle yitirdim. 

Yalnızlıktan tükendim, ben kendimi bitirdim.” 

Dedi: “Yazgımız özdeş, gençliğim geçti boşa. 

Felek hiç güldürmedi, bin dert getirdi başa. 

Yazık! Ben de onunla hiç mutlu olamadım. 

Saygı, sevgi, ilgiyi yıllarca bulamadım. 

İş kazası geçirdi, artık çalışamıyor. 

Bu yeni yaşamına, hala alışamıyor. 

Beni de, kendini de, nice ateşe yaktı. 

Huysuz, hırçın, geçimsiz bir insan olup çıktı. 

Özürlü emeklidir; şimdilik Çorum’dayız. 

Yazgımız böyle imiş, katlanmak zorundayız. 

O alkolik, ben hasta; umudum yok yaşamdan. 

Sabahlarımın bile, farkı yoktur akşamdan.” 

Dedim ki: “Çok üzüldüm, geçmiş olsun diyorum. 

Sana sağlık, esenlik, sabırlar diliyorum.” 

Dedi: “Ortak anılar, beni ayakta tutan. 

Sevgisi çabuk geçip, ben değilim unutan... 

Diyordum ya, gördüm ki, unutmamışsın sen de. 

Yıllarca yaşatmışsın, aşkımı yüreğinde. 

Yazgıdan ötesi yok, bir şey gelmiyor elden. 

Ben de sana esenlik diliyorum gönülden. 

Gördüğüme sevindim, teşekkürler ilgine. 

Umuyorum rastlarsın, bir gün olur dengine.” 

Dedim ki: “Görüşelim, seni nerde bulurum?” 

Dedi ki: “Olanaksız, büyük yer değil Çorum. 

Yeniden buluşmamız umar olmaz yarama. 

Birazcık seviyorsan, sakın beni arama. 

Gitmeliyim...” diyerek elimi sıktı döndü. 

Bir an için parlayan, umut ışığım söndü. 

Bakakaldım ardından, o hızla uzaklaştı. 

İçimde hüzün seli, yine kabarıp taştı. 

İyileşmesi için, çok yalvardım Allah’a. 

O günden sonra O’nu, göremedim bir daha. 

Tüm ömrümü verirdim, duymak için sesini. 

Yazık ki göremedim, bir daha kendisini. 

Günün birinde, acı bir haberle sarsıldım. 

Sönmüş “Bahar Güneşim”, şimdi ışıksız kaldım. 

Onu yaşamdan almış, umarsız sayrılığı. 

Ölüm getirdi bu kez, o sonsuz ayrılığı.