GÜNÜN RENGİ
İşimizi güzel yaptığımızda pek çok sevenimiz olur. İşi güzel yapmak, aldığımız eğitime bağlıdır.
Ya okulunda öğreniriz işi ya da usta yanında.
Büyüklerimiz: "İş bilenin, kılıç kuşananın." demişler. Özellikle son yıllarda öyle olmuyor ama. İş; eşe dosta, akrabaya gidiyor. Yaraşırlık (liyakat) aranmıyor.
Yazlıkta terasa su deposu koyduracağız. İşi sucu yapacak. Bulup anlaşıyoruz. Ne beklersiniz ondan? Hem su deposunu koysun yerli yerine hem de işini özenli yapsın.
Yaptı işini, indi aşağıya, parasını aldı, gitti. Deponun içine şamandıra takmamış iyi mi?
Şamandıra deyip de geçmeyin. Ha şamandıra ha Merkez Bankası başkanı. Gelen, giden, kaçan ondan sorulur(!)
Depo dolduktan sonra da denizi sevindirmiş şebeke suyu. Baktım su saatine fırıl da fırıl, fırıldak gibi dönüyor. Cebimdeki cüzdanımla dalga geçiyor.
-Oldu mu ya usta? Dedim ardından.
Usta olmak, avukat olmaktan zor. Bunun için söylemiş atalarımız: "Herkes kaşık yapar ama sapını ortaya getiremez." diye.
Ustanın olmadığı yerde kalfa, kafanın olmadığı yerde çırak, bulunmaz Bursa kumaşı gibidir. Sözümüz, çırak bile değilken ustayım diye ortalıkta gezinenleredir.
Usta dediğin, yaşamı kolaylaştırır.
Bir de yaşamı güzelleştirenler vardır ki onlara da sanatçı diyoruz. Müzisyen, ressam, heykeltıraş, yazar, şair...
Her birimiz bir katkı sunmalıyız topluma, doğaya.
Elimizden ne gelirse onu yapmalıyız.
Ağaç da mı dikemiyoruz?
Adliyeye gidip gelirken arabamı park ettiğim yerde, bir ağacın gölgesinde tezgâh açmış ayakkabı boyacısı. Ellili yaşlarda ama yetmişlerde geziniyor saçı sakalı. Tezgâh dediğim de bir boya sandığı.
Laf atmadan edemiyorum:
-Bu ağaç gölgesi olmasa sarı sıcakta senin halin duman!
-Dikenin eline sağlık, bey!
-Tanıyor musun onu?
-Nereden tanıyayım bey?
-O da seni bilmez tanımaz zaten.
Öyle ya; ağacı diken, ayakkabı boyacısına gölge olsun diye dikmedi ki o ağacı!
Bilinçli, sorumlu insan olduğu için dikti.
Kuşlar kondu dallarına, yuva yapanlar oldu. Yeşile boyandı gözlerimiz. Temiz hava soluduk sayesinde. Şimdi de ayakkabı boyacısına gölge oluyor ağaç.
Kişisel uğraşlar yetmiyor yaşamı kolay kılmaya, güzelleştirmeye. En örgütlü güç devlet. Devlette görev alanlardan, hükümet edenlerden de beklentilerimiz olmalı, değil mi?
Çoğu kendini yetkili görüyor ama sorumluluk alan yok. İşlerinde özensizler. Su deposuna şamandıra koymayı unutan sucular bunlar. Böylelerinin yönettiği ülkelerde orman yangınları söndürülemiyor. Şiddetli bir yağmur yağmaya görsün! Her dere bir İspanyol boğası olup çıkıyor. Bir ağaç, bir ağacın gölgesi mutluluklar yaşatırken birileri de binlerce ağacın kesilmesine göz yumuyor. Doğa yas tutuyor, ağlıyor. Yetmiş yıl önce var olan yeşil alanlar kıra dönüşüyor.
Eskiden devlet-millet el ele, denirdi. Şimdilerde devlet-şirket el ele. Ruhsatı kapan, dağın altını üstüne getiriyor. Her biri birer köstebek.
Ağaçlık alanlar azalıyor. Dereler kuruyor, suyu çekiliyor göllerin.
Bilmem duydunuz mu Hoca'nın başına geleni?
Nasrettin Hoca da her namuslu yoksul yurttaş gibi Almanya'ya işçi yazılmış. Kağıdı çıkmış. Gitmiş.
Tam yirmi yıl gelmemiş.
Emekli olmuş, dönmüş Akşehir'e.
Göle maya çalmak gelmiş aklına.
Düşmüş yola. Akşehir gölüne gidiyor. Düşünsenize, bir göl yoğurt!
Hoca, o bölgenin çocuğu. Nereyi sorsanız gözü kapalı gösterir.
Akşehir Gölü'nü bulamıyor, iyi mi?
Ayıp olur, diye kimselere de soramıyor.
Göl yok!
Maya elinde kalıyor.
Hoca, yirmi yıldan fazla bir zamandır ülkeyi yönetenlerin Akşehir Gölü'nün kurumasına seyirci kaldıklarını, satmadık mal mülk bırakmadıklarını, derelerin suyuna varana dek sattıklarını nereden bilsin?
Göl kurumuş, yok!
Renksiz bir dünyada yaşıyoruz.
Aracımızı park ettiğimiz yerdeki bir ağaç gölgesi bile en güzel rengi oluyor günün.