CHP tarihinde, partisinin oy oranını yüzde 48'e çıkarmış ilk lideri olan Kılıçdaroğlu’nu savunmak, seçim sonrası içine itilmeye çalışılan anafordan bahsetmek farz oldu sanırım…
Kılıçdaroğlu, son seçimde bize şu gerçeği işaret etti:
“Dile kolay, CHP bir asırlık parti. Yaklaşık ben dünyaya gelmeden, yani benden çeyrek asır önce kurulmuş bir parti, benden sonra da var olacak bir teşkilat. Kimse bu partide sonsuza kadar yönetici yani genel başkan olarak kalacak değil.
Bugüne kadar yaptıklarımı takdir edenlerin verdikleri oy, son cumhurbaşkanlığı seçiminde ortaya çıktı. Bu oyu daha fazla kim arttıracaksa gelsin, görelim. Ben oturduğum koltuğa yapışık yaşayan biri değilim.”
Ben de diyorum ki:
Bir partinin oy oranını sadece kadrolar ve liderler arttıramaz, yükseltemez...
Zamanın, koşulların, fırsatların iyi kullanılması önemlidir.
Yaygın teşkilatlanma, halkla bütünleşecek yerel yönetim kadroları ve yerel liderler.
Bunlar kazanmak seçim kazanmak için gerekli olanlar.
Bunlar da yetmez.
81 şehir, 900’den fazla ilçelerde görev yapan yerel liderler halka inebilmeli, halkla teması seçimden seçime, sandıktan sandığa değil, her zaman gerçekleştirebilmeli…
Bunun için, parti merkezinin yerel yöneticilere güç vermeleri yanında, yöre halkıyla bütünleşmeleri için her türlü desteği hissettirmeleri gerekir.
Yetmedi…
CHP tüzüğü, ilkeleri ve bugüne kadar yürütülen politikalar yeniden incelenmeli.
Yapılan ve yıllardır süregelen hataların analizleri ortaya konmalı.
Baştan belirtmek gerek, CHP bastığı zemini, hitap ettiği halk kesimini bir asırdır iyi inceleyemedi, vatandaşın gerisinde kaldı. İçinde bulunduğu çağı ve gelişen toplum ihtiyaçlarını hiç iyi okuyamadı.
Bırakın okumayı, demokratik ülkelerin gelişme koşullarına, seçim sistemlerine, kalkınma planlarına bile göz atmadı.
Partinin 6 ok’undaki mesajların eskidiğinin farkına varmadı.
Hep dikkat çekmişimdir ve ısrarla üzerinde durmuşumdur.
Tamam, Anayasamızın ilk dört maddesine dokunulamaz.
Peki CHP’nin 6 ok’undan birine 100 yıldır yapışık duran “devletçilik” ilkesi ne oluyor?
Dünyada kaldı mı böyle bir ilke ve ekonomik düzen…?
Diğer ok’lara değil ama sadece “devletçilik” ilkesi bile yıllar yılı tartışmaya açılmış değil.
CHP dışında, Cumhuriyet döneminde kurulmuş irili ufaklı partiler bir yana, 1950 seçimlerinden bu yana, hedefine iktidarı koymuş partilerin tüzükleri bile CHP tüzüğünden daha ileride…
Nereden, nereye geldik?
Her şey bir kenara itildi…
İlk defa “devrim” niteliğinde oy toplayan, ilgili ilgisiz kadro ve ittifaklarla seçime gidip, oyu yüzde 48’lere çıkaran Kılıçdaroğlu’nun istifasına sıra nasıl geldi anlayabilmiş değilim.
Yani açıkçası Kemal beyin “kellesi” isteniyor.
Tabii “kelle” değil de, bu eylem “değişim” adıyla ortaya konuyor.
Bu fikri ortaya atan da İstanbul Belediye Başkanı…
Neymiş?
Partide değişim şartmış.
“Hadi oradan…” diyenlerin sesini duyar gibiyim.
Henüz İstanbul halkı için dört yıl boyunca ne yaptığı bilinmeyen, bilinse de tartışılabilir durumda olan Karadeniz’li bu arkadaşa sormak gerekir:
“ Bu iş o kadar ucuzladı mı?”
Kemal beyin mevcut kadro ve eylemleri ile yaptıkları belli.
Yapacakları ise tartışmaya açılmış bile değil.
“İstemezük”cüler, akbabalar gibi çoğalmaya başladı…
Oysa adam yüzde 48 oy toplayabilecek bir noktaya gelmiş.
İktidara bir adım var…
Dahası iki “tık” sonra tamam…
Yap kongreyi, koy şapkanı önüne…
Son söz:
Geldiğiniz nokta “daha çok yapılacaklar var” noktasıdır.
Tüzük değişikliğinden mi başlarsınız,
6 ok’daki “devletçilik” ok’una mı el atarsınız bilemem.
Ama, ülke çapında yerel yöneticileri, halkla tam olarak bütünleştiremezseniz çıkış yolunu zor bulursunuz.
Bütünleşip, moral bozmadan safları daha da sıklaştırmalısınız.
Aksi halde…
Kemal beyin aldığı yüzde 48 oya ulaşmak için bir 100 yıl daha beklersiniz.
NOKTA…