28 ŞUBAT NE İDİ?
Ve de 2 Mart 2015 günlü yazımı güncelleştirip bir kez daha cevap verelim dedik.
***
Eğer bu ülkede:
12 kez sıkıyönetim ilân edilir, beş kez darbe ve müdahale yapılır, 25 kez Kürt isyanı olur, 15 yıl olağanüstü hal uygulanır, 32 yıl adı konulmamış bir savaş yaşanır ve de 40 binden fazla can verilir ise...
Toplumsal farklılıklar kaşınır, Çorum, Maraş, Sivas olayları gibi katliamlar yaşanır ve de dönemine göre bir korku üretilir ise...
En küçük toplumsal uyanış komünizm, en masum talepler bölücülük, sıradan bir muhafazakârlık irtica korkusu olarak görülür ise...
Yani neredeyse 93 yıllık cumhuriyet tarihi; isyanlar, sıkıyönetimler, darbeler ve korkular tarihi olur ise...
Elbette ülke içindeki sermaye gruplarının paylaşım kavgasında da toplumu sindiren, otoriter bir yönetime ve de özellikle askeri müdahaleye ihtiyaç duyulur bu ülkede.
İşte 19 yıl önceki 28 Şubat müdahalesi, böyle bir ihtiyacın ürünü olmuştu.
***
28 Şubat döneminin hükümeti "Refah Partisi-Doğru Yol Partisi" koalisyonudur. Başbakan Necmettin Erbakan, Yardımcısı Tansu Çiller, Cumhurbaşkanı Demirel'dir.
Bir başka anlatımla iktidar, liberal İstanbul sermayesi ile muhafazakâr Anadolu sermayesinin zorunlu bir koalisyonudur.
İşte 28 Şubat'ın belirleyicilerinden biri, bu iki sermaye grubunun iktidar kavgası idi.
Çünkü Anadolu kırsalının kentlere taşınmasıyla muhafazakârlık daha da görünür, "Siyasal İslâm"ı besler, iktidara taşır olmuştu.
İstanbul sermayesine göre büyüyen bu sermaye durdurulmalı, iktidardan tasfiye edilmeli; küresel sermayeye göre de yükselen "Siyasal İslâm'ın Batı karşıtlığı” kırılmalıydı.
***
Önce adına "yeşil sermaye" denildi, "şeriatın ayak sesleri" denildi.
Ve her darbede olduğu gibi bu ülkenin "derin" güçlerince ve "sivil" sahiplerince, ordunun refleksi yüksek ölçüde uyarıldı.
Ve de o günün büyük basını, gerekli kamuoyunu hazırladı. Birdenbire Aczimendiler türedi, birdenbire Fadime Şahin'ler türedi.
Sonuçta, 28 Şubat 1997 müdahalesi ile iktidarın Anadolu sermayesini temsil eden İslamcı kanadı tasfiye edildi.
Ancak Anadolu sermayesinin tabandan gelen bir gücü vardı. Muhafazakârlık toplumsallaşmış, İslamcı siyasetleri besleyip büyüten sosyolojik bir iklim yaratmıştı.
Bölgedeki küresel politikalar da bu siyasal iklimin gelişmesine uygun düşmüştü.
Nitekim bugün 14 yıldır devleti yöneten, muhalefete rağmen halen büyüme grafiği gösteren bugünkü iktidar, böyle bir siyasal iklimin ürünüdür.
***
İşte bu iklim, karşı siyasal güçlerce okunamadı. Bu sosyolojik olgunun bir analizi yapılamadı.
Soğuk savaş döneminden kalan gözlüklerle bu siyasal iklimi göremeyenler, yeni stratejiler üretemedi.
Üstelik tasfiye edilmek istenen ve bir ölçüde tasfiye edilen İslamcı kanatta, büyük bir mağduriyet yaratılmış; Batı karşıtlığı kırılmış bu günkü iktidarın önü açılmıştı.
Ama o gün 28 Şubat'a övgü dizenler, bugün günah çıkarır oldular.
O gün tasfiye edilmek istenenler, bugün egemen oldular.
Ve şunu söyleyebiliriz ki:
O gün onlar korkuyordu devletten, bugün laik kesim...
O gün onlar korkuyordu yargıdan, bugün cumhuriyetçi kesim...
O gün onlar korkuyordu YÖK'ten, bugün Kemalist kesim...
Ve de:
O gün askerden korkuyordu basın, bugün iktidardan...
O gün askerin emrinde idi rektörler, bugün iktidarın...
Yani değişen bir şey olmadı bu ülkede. Yalnız korkular yer değiştirdi. Ve de 93 yıldır Cumhuriyet, korkular yer değiştirerek yönetilir oldu.
***
Sonuçta 28 Şubat'la hesaplaşma, Cumhuriyetle hesaplaşmaya dönüştü.
Ordu yeniden dizayn edilir, yargı yeniden yapılanır, eğitim yeniden düzenlenir; yani sistem yeniden inşa edilir ve yeni bir korku tüneline girilir oldu.
Yani 28 Şubat müdahalesinin Türkiye'ye getirdiği siyasal harita bu oldu.
İşte asıl sorun, bu korkuların yok edildiği ve de bu siyasal haritanın değiştiği bir Türkiye'nin inşasıdır.
Herhalde 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinin hedefi de bu siyasal haritayı değiştirmek olmalı idi ama olmadı, olamadı.
Galiba bu toplumun sosyolojisini okuyabilen, kurucu milli değerlere bağlı, gerçekten yurtsever bir siyasete ve de güçlü bir muhalefete ihtiyaç vardır.
Olur mu, bilemiyoruz. Ama olması gerekir.