15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ VE AKIL TUTULMASI
Mesih ise, göğe çekilen kıyamete yakın yere inerek Allah’ın nizamını kainata hakim kılacağına inanılan Hz. İsa’nın dönüşüdür. Mesih ve Mehdi insan üstü güçlere sahip olacak, Allah tarafından peygamber gibi desteklenecek, yani peygamberlerin görevini sürdürecektir. Özellikle ortaya çıkan Deccal ve deccallar, yani münkir ve asilerle mücadele edecek ve galip gelecek, Allah’ın nizamı dünyaya hakim olacaktır. Ben şimdi bunların doğru mu, yanlış mı olduğu hususunu ehline bırakıp, bunların FETÖ/PDY olayı ile olan ilişkisinin benzerliğine işaret etmek istiyorum. Mesih ve Mehdi olayına ait Hadisi Şerifler vardır, ama doğrulukları tartışmalıdır. Yani Müslümanların bunlara inanmamaları itikadi bir sorun değildir. Ancak istismara-kötüye kullanılmaya çok müsait bir olaydır. Çünki tarihte ve zamanımızda bu ve benzeri olayların defaatle tekrarlanması, bu ana fikre dayalı geçmişte yalancı-sözde peygamberlerin, Mesih ve Mehdilerin, günümüzde de Mehdi olduğu vehmine kapılanların varlığı, Mehdilerin ortaya çıkmaları, FETÖ olayının da geçmişin tekrarlarından biri olduğunu göstermektedir.
Demek ki bu gibi olaylar zamanla tekrarlanabiliyor. Bazı kişiler Mehdi, Mesih, Mürşid, Müceddid adı altında sahte olarak ortaya çıkabiliyorlar. Burada mühim olan bu sahte Mesih ve Mehdiler değil, bunların peşine düşenlerdir. Neden, bu kadar müspet ilim okumuş, fen ve teknoloji bilgileri almış ilim adamları, uçakları, havada güvercinler gibi takla attırabilecek derecede maharetle kullanan pilotlar, peşinden gittikleri insanın fizik ötesi güçlere sahip olduğuna inanabiliyor, emredildiğinde hiç uğruna ölüme gidecek kadar ona itaat ediyorlar? Bu olay ancak bir akıl tutulması olayıdır. Bunun başka izahı yoktur. Ana sebep budur. Çünki bu insanlar, aldıkları uzun yıllar süren eğitimle sistematik olarak efsunlanıyorlar ve robotlaşıyorlar. Ve işte o zaman akılları devreden çıkıyor. İman, itikat, inanç esasları çöpe atılıyor. Çünki bu kişilerin konumları ne olursa olsun, akılları tutuluyor. Mantıkları dumura uğruyor ve çalışmıyor. Başkalarının yönetiminde robota dönüşüyorlar. Bu iş sistematik bir eğitimle yapılıyor. Hani bir söz vardır: Bir insana kırk gün deli dersen deli, veli dersen veli olur. Hasta dersen hasta olur. İşte bu robotlaşma olayı da böyle gerçekleşiyor. Devamlı aynı noktaya atış yapılıyor. Görmez misiniz, günlerce aynı noktaya düşen su damlacıkları, zamanla mermeri deliyor. Aynı kayadan yıllarca akan sular, kayayı oyuyor ve kendine ark-suyolu yapıyor. İşte insanların akıl tutulmaları da böyle yapılıyor. Yıllarca zihinlere kazınan bilgiler, insanları hakimiyeti altına alıyor. Öğrenilen bilgiler ve telkinler insana hükmediyor. Unutmayınız ki, şu genel kuraldır: “İnsanlar aldıkları eğitimin, bilgilerin ve öğrendiklerinin zebunu (zayıfı-güçsüzü) olurlar. Yani o bilgilerle hareket ederler. Aldıkları bilgi kaynaklarına aidiyet kesbederler ve teşkilata hadim-hizmetçi olurlar. Hatta o kadar ki, oranın esiri bile olurlar. FETÖ olayında da durum aynıdır. Akılları tutulmuş insanlar, sonunda yurduna yuvasına ihanet de olsa emre itaat ediyorlar, kendi kardeşlerine kurşun sıkabiliyorlar. Böylesine beyinleri uyuşturulmuş oluyor.
Bugün ortama şöyle bir baktığımızda mezhep, meşrep, tarikat, teşkilat, cemiyet, cemaat, hatta siyasi, ideolojik gruplar, daha basit görünümüyle spor kulüpleri etrafında oluşan aşırı bağımlılıklar, müziksever görünümünde vücutlarını jiletleyen psikopatlar, kronik bağımlılık olayları hep aynı sistemin eseridir. Takımı yenilince evini harman yerine çevirenler, ev halkının ağzına sanki kilit vuranlar, ertesi gün işyerine gitmeyenler, evini terkedenler, kendieni içkiye, sigaraya verenler, akıl tutulması hastalığına yakalananlardır. Bunlara normal insan denebilir mi? İşte bu son anlatılanlar da akıl tutulmasının başka bir versiyonudur.
Bizim anlatmak istediklerimiz elbette bu değildir. Peki nedir öyleyse? İnsanların din, iman, inanç, Allah c.c. , Hz. Muhammed S.A.V. gibi en kutsal değerlerini istismar ederek sonu umum felaketlere gidecek kadar tehlikeler içeren, darbelere, kalkışmalara yani isyanlara neden olan (adı ne olursa olsun) bu menfur teşkilatların liderlerine, önderlerine Mehdi’dir, Mesih’dir diyerek onların emirlerine körü körüne boyun eğen, sanki ona akıllarını ipotek eden insanların, neden akıllarını, mantıklarını kullanmadıkları, bunların öğretilerini, İslam inanç ve itikat esaslarına uygunluğunu gözlemlemeden, akıl süzgecinden geçirmeden bu çirkin işlere bulaştıklarıdır. Elbette ki hiç kimse kendini akılsız görmez, yanıldığını düşünür. Fakat tomruk dereye düştükten, öküz çamura battıktan sonra yol gösteren, akıl veren çok olur. Böyle de olsa aklın yolu birdir. Doğru iki tane olmaz. Gerçeğinden hareketle yanılgıdan dönmek bir erdemdir. Bir akıl işidir. Hiç olmazsa bunun yapılması ve hatanın tekrarlanmaması esas olmalıdır. R.S.A.V. “Bir mümin bir kere yanılır” buyurmuştur.
Dini içerikli kuruluşların, özellikle birinci, ikinci derecede yönetici olan öğretmen, abi, imam vs. gibi kişilerin yeterince itikat ve inanç bilgilerine sahip olmadıkları kanaatindeyim. Çünki gayrı resmi dini kuruluşların ileri gelenleri ile insani, beşeri münasebetlerimizdeki konuşmalarda bunlar görülmektedir. Bunu anlamak o kadar zor bir iş değildir. Örneğin Allah’a imanın olmazsa olmaz esası, en önemli şartı, Allah’ın varlığı ve özellikle birliği, asla ve kat’a hiçbir şeyi O’na eş tutmamak, O’na aracı yapmamak, benzeri olmamak, Allah’a ulaşmak için Allah ile kul arasına hiçbir kimseyi sokmamaktır.
Çünki bu şirk’tir. Allaha eş-ortak, küfürdür, putperestliktir. Mesih de Mehdi de olsa araya konulamaz, aracı yapılamaz. Allah’la kul arasına kimse giremez. Çünki Allah kullarına şah damarından daha yakındır. Bunun için adı ne olursa olsun araya aracıların konulması asla kabul edilemez.
Durum bu iken Yüce Allah’a mahsus güç ve kudreti aciz olan insanlara yükleyerek ‘bizi Allah’a ulaştıracaklar’ gibi sapık düşüncelerle sahte Mesih ve Mehdi’lerin peşine düşenler, tam bir itikat bozukluğu içindedirler. Bunlar yürekten inanılarak yapılırsa, insanı mutlak dinden çıkarır. Bu inanışlar Müslümanlığa, yabancı inançlardan, Yahudilik ve Hıristiyanlıktan, Uzakdoğu’nun batıl dinlerinden geçmiştir. Çünki Hıristiyanlıkta aracılık esastır. Hıristiyanlıkta ruhbanlık sınıfı vardır. Papazlar, Hıristiyanların itiraf ettikleri günahları silebilir, onları cennetlik yapabilir. Hıristiyanlar cennetten yer satın alabilirler. Böyle inanışların İslam’da hepsi küfürdür.
Ruhbanlık kul ile Allah arasındaki aracılıktır. Bu işi papazlar yapmaktadır. Bu olay İslam’a şekil değiştirerek, ulu kişiler, yüce insanlar, şefaat ediciler şeklinde ortaya çıkmaktadır. (İslam’da şefaat vardır, ama Allah’ın iznine tabidir. Hiçbir peygamber bile Allah’ın izni olmadan şefaat edemez.)
İşte yanılgı burada başlamaktadır.