Değerlerinin değerini bilmeyenin, kendi değeri de olmaz. Tarihî, millî ve dinî değerlerimizi bilmek biz yaşayan, yazan ve okuyan neslin boynunun borcudur.
Elbette şair, yazar, bilim adamı, devlet adamı gibi değerli kişilerimizi önce biz kendimiz takdir etmeliyiz. “Ev danası öküz olmaz” atasözünü kendimize bir ikaz olarak alıp; bu işe evimizden, köyümüzden, beldemiz ve bölgemizden başlamalıyız.
Bu meyanda Çorum’u düşünürsek, birçok edebî, tarihî ve siyasî kişi bulabiliriz. Buna dair Hitit Üniversitesinden öğrencilerine tez olarak verilecek birçok konu var. Böylece Çorum’un edebî, tarihî, içtimaî ve siyasî portresi ortaya çıkacaktır.
Bu meyanda Sayın AHMET ÖZER hocamız yılların edebiyat dergisi KIYI’ nın Ağustos sayısında, 28 AĞUSTOS 1984 de vefat eden ŞÜKRÜ GÜMÜŞ’ e özel yer vermesi takdire şayan önemli bir harekettir. Bu kadir bilirliği için sayın hocamıza teşekkür ediyorum. Şükrü Gümüş hakkında Üniversitemizin ve Belediyemizin de bir şeyler yapmasını umuyoruz. MAHMUT TUNABOYLU öykü Yarışması gibi ŞÜKRÜ GÜMÜŞ ROMAN YARIŞMASI olamaz mı? Eğer Şükrü Gümüş’ten daha dikkate değer bir romancımız varsa buyurun onun ismi ile yapalım. Mesele illa Şükrü Gümüş değildir. Benim istediğim, Çorum’da EDEBÎ HAYAT ve ÇORUM ROMANCILIĞIDIR. Yaşatılması ve yeşertilmesi gereken budur.
*
Rahmetli ŞÜKRÜ GÜMÜŞ’Ü ben hiç görmedim. Çorum’a 2000 yılında nakli mekân ettiğimde sanat dostları toplantılarında Muzaffer GÜNDOĞAR hocamızın vasıtası ile tanıdım. Şükrü GÜMÜŞ öğretmenlik yaptığı HAKKÂRİ’NİN BİR KÖYÜNDE yaşadıklarını, “ZAP BOYLARI” adı ile romanlaştırıp 1974 yılında MİLLİYET’in roman yarışmasına katılır. 312 eserin katıldığı yarışmada derece alır. Kitabı, 1976 da Milliyet yayınları arasında yayınlanır.
* * *
Allah ömür verseydi hiç şüphe yok ki Şükrü Gümüş, ünü Türkiye’ye yayılmış ve edebiyatımıza girmiş romancımız ve hikâyecimiz olurdu. Bunu, Şükrü Gümüş Çorumlu diye özel dostluğum olduğu için söylemiyorum. O bunu hak ediyor. Veya o bunu hak edecek derecede usta bir kalem idi diye düşünerek söylüyorum. Maalesef Şükrü Gümüş’ün ömrü edebiyat dünyamıza sadece Zap Boyları’nı kazandırmaya yetmiştir.
* * *
1984 yılında arkadaşları Muzaffer GÜNDOĞAR, Ahmet ÖZER, Burhan GÜNEL ve Mehmet Yaşar BİLEN ön ayak olarak Kerem Yayınlarından “ZAP BOYLARIN “ nın 2. baskısını yapmışlardır. Maksatları hem arkadaşlarını anmak, hem ailesine üç beş kuruş kazanç sağlamaktır.
Yazar, hem genç, hem ilk eseri olmasına rağmen romanında o kadar güzel bir uslûp ile yazmıştır ki; baba Şero ile anne Zeyno’nun saf ve temiz karı koca didişmesinin içinde buluyorsunuz kendinizi. Kar altında Cemo oğlan ile üşüyorsunuz. Zino kızla odun topluyorsunuz. Gelitan köyü tepelerinde keçilerle karda yuvarlanıyor; Zap’ta deli deli akan buz gibi su oluyorsunuz.
Yörenin ağzı ile yöreyi anlatışı harika. Sade ve açık bir dil. Size doğu insanının hayatından bir gerçek kesit sunuyor.
Yazar 1948 doğumlu. Benden bir yaş büyük. O dönemin kuşağı, yani bizim neslin ideali, hayata atılınca mutlaka doğuda bir yerlerde hizmet yapmak idi.
Şükrü Gümüş de 1968 de İLKÖĞRETMEN OKULUNU bitirince(*) daha 20 yaşında bir delikanlı iken bunu kendi isteği ile Hakkâri’ye tayinini istemiştir. Dedik ya o dönem bizim kuşak mesleğe atılınca bir fayda yaratmayı, halka hizmeti düşünürdü; kaç para maaş alacağım demezdi. Çünkü o neslin babaları da öyleydi. Rahmetli babamların kuşağı (1900-1930 doğumlular) devlet dairlerinde normal mesaide iş bitmezse bir veya iki saat daha işe oevam ederlerdi. Varsın bir saat veya iki saat devlete hizmetimiz olsun derlerdi. Buna aynı kurumda ben de çalıştım ve babamın mesai arkadaşlarından duyarak şahit oldum. Eve sadece yatmaya gelirlermiş. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ile başlayan yeni dönemde “KÖY İLKOKULU ÖĞRETMENLERİ DE “ işte bu ruhla çalışmışlar. Yolu, suyu, sobası, elektriği, araç ve gereçleri olmayan okullarda mesai kaydı ve kaygısı olmadan 7x24 çalışmışlar. Tek köyde, tek öğretmen ve beş sınıf. Öğretmen de, müdür de, hizmetli de (müstahdem) kendisi. Öğrencilere malzemeyi kendileri tedarik etmişler. Bazen ceplerinden para harcayarak, bazen cumartesi Pazar kendileri uğraşarak yapmışlar. Şükrü Gümüşler işte o kuşak.
* * *
Hele Şükrü Gümüş gibi bazıları daha ileri giderek, o hayatı benimsemişler, köylü ile hem hâl olmuşlar. Ben buraya her ay şu kadar maaş almaya geldim dememişler. Köylünün dertleri, dertleri olmuş sevinçleri, sevinçleri olmuştur. ZAP BOYLARI BÖYLE BİR anlayışın romanıdır.
Yazarın eseri sadece ZAP BOYLARI değildir. Zap Boyları yayınlanmış eseridir. TOPAL KARINCA adlı ikinci bir romanı daha vardır. Ayrıca Muzaffer Gürdoğar’da Şükrü Gümüş’ün el yazısı ile müsvedde hâlinde birçok hikâyeleri vardır. Roman özetleri vardır. Bunların bir kısmını Çorum Haber’in edebiyat eki YAZILIKAYA’ da yayınlamıştır. Bu eserlerinde de ana tema Türk Köylüsüdür, sade vatandaştır. Yazar, eserlerini yörenin özgün dili ile vermeyi sevmektedir. Roman veya hikâyesini işlerken sadece insan ilişkilerini değil. O anda oradaki tabiatı da olayların içine yerleştirmektedir. “Hava soğuktu insanlar üşüyordu” demiyor yazar. Önce havayı bir güzel tarif ve tanımla soğutuyor, sonra şahısları üşütüyor. “Börtü böcek vardı. Kurtlar kuşlar vardı” demiyor.
Yani hayvanları resim olarak sunmuyor okuyucuya. Tabiat ve hayvanlar, Şükrü Gümüş’ün eserlerinde canlı, canlı. Ya ısırıyor, ya ötüyor ya da bir eşek sizi sırtına bindiriyor, alıp götürüyor. Her cisme rol vermiş yazar.
Meselâ, müsveddesi Muzaffer Gündoğar’da bulunan 17 Aralık 1975 de yazdığı BARDAKSI isimli hikâyenin girişini birlikte okuyalım ve yazarı azıcık da olsa tanıyalım.
* * *
“Ovanın bunaltıcı sıcağı demirci kuşluğundan, ikindi geçenece ortalığı kavurduktan sonra, pütür pütür bir deli poyraz çıktı. Bunalmış her bir şeyin üstüne yeniden yaşama sevinci, yaşama canlılığı geldi. İkindi sonu vıcır vıcır oldu her yan. Üveyikler kanatlarını çırpıp, oradan oraya uçuştu. Yukarılarda keklikler gak gubak, gak gubak öttüler. Serçeler kıldan bir yumak gibi enginli, yürekli uçuşup durdu akşamaca. Gün battı batacak.”
Başka bir müsvedde’den örnek verelim.
“Bir keklik sürüsü havalandı. Bir tavşan yumaklanıp sündü, yamacı aştı.Yukarı sekilerden dağ keçileri geleni görüp, kulak kepçelediler. Birini görmedi Feyzo, birini duymadı, usul adamlarla vurup çıktı anca. ... dişleri sıkılı, elinin biri fişekliğinde, kulaklarında anasının sesi, sekilere ağrı yürüdü.”
...
“Elinin tekini yumruk edip, çenesine dayadı. Karşısında sıralı yüce yüce dağlara baktı, umarsız. Başları daha karlıydı dağların. Etekleri boz bulanık bir duman içindeydi. Kar, su denizine kesmişti. Zap Vadisi azgın devler gibi bir homurtuda kaynayıp duruyordu.”
* * *
Birçok değerli yazarımız gibi maalesef Şükrü Gümüş de erken bir ölümle aramızdan ayrılmıştır. 28 Ağustos 1984 de vefat ettiğinde 36 yaşında idi. Hakkâri ve Kastamonu’da öğretmenlik yaptıktan sonra memleketi Çorum’da görevine devam ediyorken hastalanmıştır. Evli ve üç çocuk babası idi. Rahat uyu Şükrü kardeşim. Allah’ın rahmeti üzerine olsun.
03-06-2014

(*) O zamanlar ilkokuldan sonra veya ortaokuldan sonra gidilen “İLKÖĞRETMEN OKULLARI” vardı. Hatta lise mezunları fark derslerini verip ilkokul öğretmeni olabiliyorlardı. Liseden sonra ben de altı tane fark kitabını aldım. İlkokul öğretmeni olmak istiyordum. Babam neden ilkokul öğretmeni olacaksın diye sordu. Fark derslerini verince hemen tayinin çıkıyor öğretmen oluyorsun ne güzel dedim. “Ne olacak sonra hemen evlenecek misin?”, diyerek bana kızdı. Benim kısa yoldan hayata atılıp evlenmek hevesinde olduğumu düşündü. Kendisi Hukuk Fakültesini yarıda bıraktığı için bizim üniversite bitirmemizi istiyordu. Bu yüzden hiç ilgilenmedi. Kendi kendime hazırlandım. Gerekli evrakları tamamladım .(1968) İmtihan gününden bir gün evvel okula gidip dosyayı verdim. İlgili öğretmen baktı heyet-i sıhhiye raporu yok. Hani sağlık raporu nerede diye sordu. Ben de imtihanı kazanınca tayin esnasında alınacak zannettim hocam dedim. Ve ne yazık ki imtihana bile giremedim.