Dün, nesli tükenmeye yüz tutmuş, adı sanı bilinmeyen bir yurttaşımızın (büyük bir olasılıkla bir hanımefendinin) mektubunun ilk bölümünü yayımlamıştım.
Kaldığım yerden devam ediyorum.
* * *
“…Benim maaşım belli.
Eşiminki de belli...
Ama stadyumlarda sünnet düğünü yapanların geliri, her nasılsa belli değil!
Oysa biz evlendiğimizde düğün bile yapamadık.
Biz evlendiğimizde, aldığımız/alacağımız/kullandığımız mobilyalarla doğaya verdiğimiz zararı sembolik olarak telafi için, nikâha gelen herkese, şeker yerine yüzlerce ağaç fidanı dağıttık, doğadan aldığımızı doğaya geri verelim diye...
Ama başkaları ormanı yakıp, yerine ev yaptılar, sattılar, kiraladılar, zengin oldular ve “2 B zırvalığıyla” da affedildiler.
Benim babam ev alabilmek için; 12 sene, aynı işçi parkasını yamalatarak; aynı ayakkabısını defalarca pençelettirerek gezdi. Çok şükür şimdi iki göz de olsa başlarını sokacak bir evleri var...
Ama başkalarının babası, devletin arazisi üzerine gecekondu yaptı, sonra o arsayı müteahhide verdi, şimdi bir sitede 60 dairesi var.
* * *
Ben dişimi fırçalarken, musluğu devamlı kapalı tutuyorum. Meyve yıkadığım suyla, balkonumu yıkıyorum… (Malum... suyu israf etmeyeceğiz ya... )
Ama başkaları golf sahaları yapıp, o çimler için tonlarca su kullanıyor. Üstelik bir yerlerden kaçak su kullanıp, su parasının da üzerine yatıyorlar.
Ben bakanımızın da tavsiyesine uyarak saçımı havluyla kuruluyorum. Ayrıca Cumhurbaşkanımızın kaçak sarayına, bakanlarımızın çocuklarına katkı olsun(!) diye, evlerimizi tasarruflu ampullerle donatıyor, “A+ sistemli” makineler kullanıyorum...
Oysa biliyorum ki başkaları kaçak elektrik kullanıyor. Bu ahlaksız kaçakçıların faturalarını da ben ödüyorum.
* * *
Sağlık sigortamı istemesem bile ben ödüyorum... Ama başkaları yeşil kartla gidip, benim paramla muayene oluyorlar. (Gerçekten ihtiyacı olana, son kuruşuna kadar helal olsun. Ama bu ülkede kaç milyon yeşil kartlı var? Kaçı hak ediyor, biliniyor mu? )
* * *
Yaşadığım tüm olumsuzluklara, tüm iğrençliklere karşın sabrediyorum. Bir Yaradan’ın var olduğuna, yaşadıklarımın bir sınav olduğuna inanıyorum.
Bugüne değin hiç bir gerekçe ile doğruluktan ve dürüstlükten ödün vermedim, vermiyorum...
Ama birileri; “kindar ve dindar gençlik” diyor, “cihat” diyor, takiye yapıyor, çalkalıyor, kıvırıyor, uyduruyor, dinimi bölüyor, kullanıyor.
Ben bütün bunlardan büyük rahatsızlık duyuyor, ölüyor, kahroluyorum.
* * *
Bitti mi?
Bitmedi. Günlerce, haftalarca daha yazabilirim; ama biliyorum ki, ben yazacağım, ben okuyacağım...
O nedenle, yazımı bir fıkrayla bağlayıp, son sözümü de ondan sonra söyleyip, yazımı noktalamak istiyorum.
Adamın biri, tüm yaşamı süresince, hiç kimseye en ufak bir kötülük yapmamış. Her türlü kurala uymuş; içki içmemiş, zina yapmamış, uyuşturucu kullanmamış, kimsenin dedikodusunu yapmamış, kimseyi incitmemiş, kimseyle kavga etmemiş.
Neticede hak vaki olmuş; büyük bir sevinç ve beklenti içersinde sorgu meleğinin huzuruna çıkmış.
Sorgu meleği elindeki dosyaya bakmış bakmış; “Hayret!...” demiş, “Yahu sen, hiç kul hakkı yememiş, hiç kalbini bozmamışsın!!??...”
“Evet” demiş, adam...
“Hiç içmemiş, kimseye kem söz söylememiş, kimseye el kaldırmamışsın!?...”
“Evet” demiş, adam.
“Yahu sen karından başkasına yan gözle bile bakmamışsın!?...”
“Evet” demiş, adam.
Böyle onlarca sorgu sualden sonra, sorgu meleği yanındaki meleğe dönmüş, “Bir çift kanat getirin” demiş.
Adam heyecanla sormuş, “Melek oluyorum değil mi?”
Melek, “Hayır” demiş, “Kaz oluyorsun...”
* * *
Benim de söylemek istediğim de tam bu işte.
Şimdi ben de kaz mıyım?
İmza
Bir T.C. vatandaşı...”