10 Ekim, Dünyada olduğu gibi ülkemizde de “Dünya Ruh Sağlığı Günü” olarak anılmakta.
Yaşadığımız bazı duyguları ifade etmekte zorlanırız. Buna karşın, birey yaşadığı toplumun olumlu, olumsuz tüm olaylarından ruhen etkilenir. Savaş, şiddet, öfke dili ve ortamı birey ve toplum ruh sağlığını derinden etkilemektedir. Üstelik bu etkilenme sadece yaşadığı süreçte değil, gelecek kuşakları bile kapsayabilmektedir. İnsan, fiziksel yapısı yanında bir de ruhsal yapısı olan bir varlıktır. Dünya Sağlık Örgütü, sağlığın tanımını: “Bireyin fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden dengeli” olması şeklinde yapmaktadır. Fiziksel ve ruhsal anlamda sağlıklı olan kişi sosyal yönden de sağlıklı olmalıdır ki, tam sağlıklı olabilsin. Bu üç yapının dengeli oluşu sayesinde biz toplumsal ilişkilerimizde ve kişisel yaşantımızda mutlu bir insan olabiliriz ancak. Oysa ki günümüzde bu üç temel işleyişin hepsini bir insanda tam olarak bulmak ne kadar zor, neredeyse imkansız…
Ruh sağlığı terimi, bizim ülkemizde tıp alanına, dünyanın gelişmiş ülkelerinden çok daha sonra girmiştir. Birçok gelişmede olduğu gibi bu gelişmeyi de dünyanın çok gerisinden izlemeye, anlamaya çalışmışız. Toplum olarak herhangi bir organımızda ağrı hissettiğimizde ilgili doktora başvururuz. Ruhumuzun da yara alabileceğini, örselenebileceğini, incinebileceğini tıpkı fiziksel yapımız gibi hastalanabileceğini çok da düşünmeyiz. Ruh sağlığına bakış açısı dünyanın gelişmiş ülkelerinde de yakın sayılabilecek tarihlere kadar olumlu yaklaşım görmemiş. Hasta insanların kötü ruh taşıdığı, içinde şeytanı barındırdığı gibi, gerçek dışı düşüncelerle, insanlar dışlanmış, ölüme terk edilmiş.
20. yüzyılın ikinci yarısından sonra ruh sağlığının anılmasıyla ilk akla gelen isim Sigmund Freud’dur. Akıl sağlığı hastalıklarını uzun mücadeleleri sonucunda yeni ve modern bir boyuta taşımıştır. Bu tarihlerden sonra dünyada bu konudaki yenilikler hızlanmıştır. Bizim ülkemizde ise konunun öneminin bugün bile yeteri kadar kavranmadığını anlıyoruz. Son elli yılda değişen anlayışa rağmen…
Ülkemiz ruh sağlığı konusunda sınırları belirlenmiş bir yasası olmayan gelişmiş ülkelerin içinde tek ülke. Bu konudaki çağ dışı düşünce ve davranışlarımız sayılamayacak kadar çok. Birisi, bir diğerine hakaret edecekse “deli, kaçık, aklını yitirmiş, zıvanadan çıkmış, zaten deli doktoruna gidiyor” demesi yeterli… Kişiyi ruhen hasta olması halinde doktora gitmek konusunda isteksiz hale getiren bu yaklaşımlar, daha da üzücü sonuçlar yaratmaktadır. Her insanın, her türlü durumu yaşayabileceğini unutmamakta yarar olabilir. Toplumun yapması gereken, engel olmak yerine, yardımcı olmaktır. İnsan olmak bunu gerektirir. Bir başkasında gördüğümüz bir olumsuzluğu bizim yaşamayacağımız konusunda kimsenin garantisi yoktur. Yaşamı boyunca depresyon geçirmeyen insan hemen hemen yok gibidir. İnsan yaşamı boyunca sevgiden nefrete, coşkudan hüzne, değişen birçok duygu yaşar. Bunlara duygu iklimi de diyebiliriz. Ne zaman ruh sağlığını tehdit eder bu duygular? Bu ancak kişinin kendisini normal dışı düşünüp, uzmana gitmesi halinde anlaşılabilir.
Değişik duygu durumlarını yaşamayan insan, zaten yaşamın içinde de değildir. Yaşamı olsa olsa kıyıdan seyrediyordur. İnsanın ruhsal durumu o kadar önemlidir ki, birçok fiziksel hastalığımızın temelinde ruhsal durumumuzun iyi olmaması yatar. Bu nedenle birçok şikayette uzmanlar, fiziksel bulgularda normal dışı bir şey bulunmaması halinde, hastanın ruhsal durumunu araştırırlar.
Bugün, ülkemizde de tıbbın ayrılmaz parçası olan ruh sağlığı konusunu belirleyici sınırları olan bir yasasının olmaması da düşündürücüdür. Biz, her ne kadar yüzümüzü Batıya çevirsek de, birçok önemli yaşamsal konuda olduğu gibi ruh sağlığı konusunda da dünyanın gelişmiş ülkelerinin gerisindeyiz ne yazık ki…