Ülkemizin gündemi o kadar çabuk değişiyor ki, insanın kafası dönüyor. Pazar günü şöyle bir dinlenelim, haftanın yorgunluğunu atlatalım, bir de internet gazeteciliği öncesinden kalma alışkanlıkla, kahvaltıdan sonra gazeteleri birebir okuyalım, kafamız dinlensin derken, televizyonların gözaltı furyaları ile ilgili haberleri, gün boyu bizi eve tutsak etti.
Tabii ki, gündem yoğunluğundan dönen kafamız bu sefer de karmakarışık oluyor. Kim niye gözaltına alınıyor? Anlamaya çalışıyorsunuz. Gözaltına alınanlar dün emri verenlere methiyeler düzen insanlar. Gazeteciler, köşe yazarları arasında bu duruma oh çekenler pek yok gibi. Ama, biraz bekleyelim sonra değerlendirelim diyenler var. Basının önde gelen kalemleri bu durumun insanların haber alma hürriyetine, dolayısıyla da demokrasiye bir darbe olduğunu söylüyorlar. Böyle bir durumun geçmişte Nazi Almanya’sında ve Stalin Rusya’sında olduğunu söyleyenler var.
Kanaatimce de ülke olarak hak etmediğimiz bir durum ile karşı karşıyayız. Herkesteki korku, giderek O Nazi Hikayesindeki gibi sıranın bize de gelebileceği korkusu.
Oysa gündemimiz öyle yoğundu ki, daha bunları doğru dürüst tartışamadık, yazamadık. Şu Osmanlıca meselesi. Ah!.. bu Cumhuriyet’i kuranlar. Latin Alfabesine geçtiler bizi geçmişimizden kopardılar. Şimdi hepimiz Osmanlıca bilseydik dedelerimizin mezar taşlarını okurduk. (Osmanlı savaştan savaşa sürdüğü için Dedemin mezarı başındaki bir taşı biz betonla sabitledik. Ama, dedemin babasının yani babamın dedesinin mezarı hiç belli değil. Yıllardır tahmini bir yeri ve taşı okuduk.)
İyi de köylerde öyle Osmanlıca yazılı mezar taşı yok ki. Mesela en eski ve büyük köylerden biri olan köyümüzde ben Osmanlıca yazılı bir mezar taşına rastlamadım. Gördüğüm kadarıyla bu tür mezar taşları büyük şehirlerde ve Osmanlının veya Şehzadelerinin yaşadığı şehirlerde, türbelerde var. Bu konuda uzman bilim adamları kitaplar dahi yazmışlar. Sırf mezar taşı okuyacağız diye Osmanlıca öğrensek buna değer belki de, işin içine Arapça, Farsça girince yılları alacağı söyleniyor. Zaten Osmanlı da son yüzyılında Osmanlıca’nın zor olduğunu anlamış, bu biçimde eğitimde ilerleme sağlayamayacağını anlamış, ama elinden bir şey gelmemiş. Yoğun savaşlar arasında bir de bu kaosu yaratmak istememiş.
Büyük devrimleri büyük devrimciler başarırlar. İşte Mustafa Kemal Atatürk de böyle bir devrimci. Büyük bir deha. Türkiye Cumhuriyeti’ni adım adım inşa etmiş.
Tabii ki, Cumhuriyet ile Atatürk ile kavgaları olan var. Onlar ilk günden beri pusudalar. O büyük insanın ölümüne kadar devrimler ve aydınlanma yolunda. Ama, o zamandan sonra mehter yürüyüşü. Bir ileri iki geri.
O dönemin çok iç açıcı birkaç şeyini söyleyin biz de inanalım. Az buçuk bir imanımız inancımız vardı. Son zamanlarda bunların da sarsılacağından, yok olacağından korkmaya başladık.
Osmanlıca öğrenirsek uzayın her gün bir yerine uydu göndeririz. Nobel’in her daldaki adayı bizden çıkar. Bundan şüpheniz olmasın. Ulemadan birileri okuyup üfleyecek, gözümüzü açtık mı Merkürdeyiz, Jüpiterdeyiz, Satürndeyiz.
Başka bir ulema, cinsel davranışlarımızla ilgili fetvalar veriyor. Doğrusu ben de beğendim. Tam bir cinsel özgürlük. Ben özgürlükten yana olanı severim. Eğer diyor isterseniz bu iş Kadir Gecesinde bile olur. Karşı tarafın zaten adı yok. Onu sadece erkeğin kölesi yapan zihniyet.
Bir başka ulemamız da hırsızlığın, yolsuzluğun ne kadarının günah, ne kadarının sevap olduğunu yazıyor. Buna fetvalar veriyor.
E… bir kere dinci söylemin önünü açmaya gör. Neler duyarsınız. Hem sonra bu bilimler neye yarıyor ki. Zaten bu kafaların olduğu yerde bilim olur mu? Bilim hür düşünce ister. Aklını, beynini ipotek etmiş insanların olduğu yerde bilim olmaz. Olduğu da yok. Nur Risalelerini tartışan üniversiteden bilim çıkar mı?
Avrupa 1450-1500 yıllarında Rönesans ve Reformu yaşarken, matbaayı kullanırken Osmanlı derin bir uykudaydı. Öyle bilimin, özgür düşüncenin ne adı vardı, ne uygulaması.
Rönesans ve Reformdan neredeyse 250 yıl sonra yaşlı Alman Moltke 1830’da ilk kez askeri danışman olarak Osmanlı İmparatorluğu’na geldiğinde, burada onun “dünya yuvarlaktır” görüşünü kabaca kabul eden “eğitimli” insanlar bulmuştu. Açıkçası böyle değil ama, “yaşlı Alman’ı kızdırmayalım. Biz de dünya yuvarlaktır deyip geçelim” türünden bir anlayış.
Siz hala eskiye özeniyorsunuz. Şu Osmanlı Devrinden kalma, hakikaten Osmanlıca kıymetli eserler var ise bunları heba etmeyelim. Konunun uzmanları (yeterli değilse yetiştirelim) bunları çevirsin. İnsanlarımızın kullanımına açalım. Hem Batıyı hem doğuyu, hem de geçmişi öğrenip özümseyelim. Çok ama çok… geç de olsa kendi Rönesansımızı başlatalım. Zaten Avrupalılar Rönesansı böyle başlatmadı mı? Ortaçağ boyunca uzak kaldıkları eski Yunanca ve Latince’yi çözdüler. Bir yandan sayısız Latince eseri güncelleştirirken, diğer yandan özgür düşünceyi hakim kılarak yeni bilgiler üretilmesini teşvik ettiler. Tarih kitaplarında Rönesansı ve Reformu neler etkilemiştir? Konusunda bunlar yazmıyor mu? Batılılar geçmişimiz Latince. Ona dönelim falan demiyor. Özellikle Matematik ve Tabii Bilimler liselerinde zorunlu ve etkili Latince dersi okutuyorlar. Yükseköğretimlerinde de icap eden bölümlerde adam akıllı öğretiyorlar.