Takvimler 1970 yılının Haziran ayını, günlerden pazartesi gününü gösteriyordu.
Olağan başlayan bu Pazartesi başladığı gibi bitmedi. Bu hafta başı sonraki fırtınaların da habercisi gibiydi. Sokağın başında benzerini daha önce hiç görmedikleri bir kadın gördüler. Tek bir sinema salonunda seyrettikleri filmlerdeki kadınların hepsinden daha güzeldi. Şimdiye kadar böyle bir güzellik görmemişlerdi.
Kadının, saçı başı açık, dudağı boyalı, naylon çorap, üstelik kısa etek giymişti. Sinema yıldızı gibiydi. Yabancı olduğu kesindi, nerede çalışıyordu, kimdi? Ne olursa olsun, naylon çorap, kısa etek giyip, dudağını boyayan bir kadın iyi bir kadın olamazdı. Bu süslü haliyle gençleri, hatta evli erkekleri, kötü düşüncelere sürükleyip, ayartacak bu kadın nereden gelmişti? Sakin yaşamları kâbus olmuştu.
Yaratan hiç işinin olmadığı bir günde yaratmıştı sanki...
Uzun siyah saçları beline iniyor, yeşil gözleri uzun kirpiklerinin arasından zümrüt gibi parlıyor, uzun boyuyla selviye benziyordu. Çekingen, ürkek halleriyle “ben buranın yabancısıyım” der gibiydi. İnsanlar geçtiği yerlerde, sokağa dökülüyor. Gören, görmeyeni uyarıyordu, haber çok çabuk yayıldı.
Adımını caddeye atması olay olmuştu. Saçı, başı, giydiği, yediği, içtiği her şey olay olacaktı bundan böyle. Adını, çalıştığı yeri hemen öğrendiler. Adı Semra’ydı, bir devlet dairesinde memurdu. Okumuş bir kadındı. Gençlerin beyaz perdede görüp, hayran oldukları bir sinema yıldızı “Semra Sayar” vardı. O gelseydi böyle ilgi görmezdi. Onun güzelliği kendi Semralarının yanında sönük kalırdı.
Hayâli erkeklerin rüyalarını süslemeye başladı. Suçluydu, sakin yaşamlarına devam eden insanlar genç- yaşlı erkekler onun ilgisini çekmek için bir büyük gayretin içine girmişlerdi. Bu arada birçok senaryo yayılıyor, Bir yerden ekmek alsa, o bakkal bu genç hanıma yakın olduğu yalanını anlatıyordu. Anneler, evlatlarını, dudağını boyayan bu kadından uzak tutmaya çalışıyordu.
Kadınlar, Semra demiyorlardı. Onun adı, “O Kadın”dı.
Dudağını, yüzünü boyuyor, saçlarını açıp, beline bırakıyor, kısa etek, naylon çorap giyiyordu. Daha ne olsun, baştan çıkarıcı her şey vardı kadında. Daha önce kente gelen kadın memurlar böyle miydi? Uzun etek giyip, başları önde sadece kadınlarla konuşurlardı. Başlarını da işyerine kadar örtüyle kapatıp, edepli giyinirlerdi. Bu terbiyelerinden dolayı da birçoğu buradaki oğlu olan annelerin beğenilerini kazanıp, evlenip çoluk çocuğa karışmıştı. Artık onlar bu memleketli olmuştu. Ama bu kadın bunların hiç birine benzemiyordu. Kendi kızları da okursa, böyle mi olurdu?
Tövbe, tövbe iyi ki okutmuyorlardı. Geleneklere göre giyinmiş, tek- tük genç kadınlar örtülerini daha sıkı kapatarak, göz ucuyla onu izlemekten de kendilerini alamıyorlardı. Hem imreniyorlar, hem de nefret ediyorlardı. Yaşlı kadınlara göre ise, hep boya güzeliydi, güzeli böyle değil, boyasızken görmek gerekliydi. Semra’nın güzelliği okumuş, yazmış erkeklerin gittikleri yerlerde de konuşulmaya başlanmıştı. Gören, görmeyenin merak duygusunu uyandırıyor, kısa sürede bu kasaba kurallarıyla yaşayan kentte her davranışı gözlenir, izlenir olmuştu. Günler aylar geçiyor kentteki insanların ona bakışları değişmiyordu.
Hiç arkadaşı yoktu, bir hafta sonu kentin tek sinemasında çok sevdiği, Türkan Şoray’ın, filmi oynuyordu, sinemaya gitmek için, kentin tek caddesinden geçmek zorundaydı. Kalktı iki kapaklı elbise dolabını açtı, içinden koyu yeşil döpiyesini çıkardı, içine tarçın kızılı ipek gömleğini giydi. Yeşil döpiyesi, gözlerinin haresiyle, tarçın rengi gömleğinin ışıltısıyla birleşince büsbütün güzelleşmişti. Uzun, dalgalı, saçlarını, özgür bıraktı. İpek çoraplarını giyip, küçük çantasını koluna taktı. Ayakkabı dolabının yanındaki aynaya baktı, güzel olduğunu, bunun da başına bela olduğunu biliyordu. Yaşıtları çoktan evlenip çoluk çocuğa karışmıştı. Kısa topuklu ayakkabılarını küçük ayaklarına giyip, aynadaki görüntüsüne ayak parmaklarının üzerinde, yan dönüp tekrar baktı güldü.
-Güzelim ne yapayım diye düşündü.
Cadde kalabalıktı erkeklerin bakışlarının taramasından geçip, bilet sırasına girdi. Sinemanın önü Türkan Şoray hayranlarıyla doluydu. Caddenin karşına bakmamaya, başını eğmeye gayret ediyordu.
Nihayet bilet alıp, görevli delikanlının gösterdiği yere oturmuştu. Film başladı, mendiller çıkmıştı, filmde umutsuz bir aşkın öyküsü anlatılıyordu. Semra’nın doğru düzenli bir aşkı bile olmamıştı. Her tanıdığı erkek onu kıskanmış, kısıtlamaya, çalışmasına, kılığına, kıyafetine, karışmıştı. Film bittiğinde ne kadar ağladığının farkına vardı. Sinemadan çıkmak istemiyordu sanki filmin devamı varmış gibi…
Kadınlar salonu boşaltırken, girerken olduğu gibi yine kıyafetine, yüzüne bakıyorlardı. Kalktı nereye gideceğini bilemez bir halde sinemanın çıkışına yöneldi. Caddede bir şeyler olmuştu sanki adımını atar atmaz, erkeklerin hoyratça bakışlarını gördü.
(SÜRECEK)