Ne oldu acaba? Derken, henüz delikanlı olan bir genç,
-Yedin Selahattin öğretmenimin başını deyip, eline geçirdiği taşı Semra’ya fırlattı
Semra, korku ve şaşkınlıkla nereye gideceğini, ne diyeceğini şaşırdı, şaşkın ve ürkekti, bilmediği bir şeylerle suçlanıyordu. Ne ileri gidebiliyor ne de geri dönebiliyordu. Konuşamıyordu sesini kendi bile duyamayacağı şekilde,
-Ne yaptım ben size? diyebildi.
Bu arada başında geniş örtüsüyle kapalı, orta yaşlı bir kadın, yüzünü iyice kapatarak yanına yaklaşıp,
-Gel kızım, diye onu adeta sürükleyerek, ara sokaklardan birine götürdü. Semra kendini kadının kollarına bırakmış, kadının kucağına yatıp, saatlerce ağlamak istiyordu. Kadın, onu nereye götürüyordu, umurunda bile değildi. Bir sıcak kucak onu anlayacak bir omuza çok ihtiyacı vardı şimdi.
Ara sokakta ahşap evin bir önünde durdular, kadın üst giysinin altındaki elbisenin belindeki ipten büyük bir anahtarla kanatlı dış kapıyı açtı. Büyük çiçeklerle dolu çok güzel bir bahçeye girdiler. Kadın,
- Sen otur diyerek, bahçedeki tahtadan sediri gösterdi.
-Ben çay koyup, geliyorum dedi.
Semra kadının üstündekileri çıkarınca, elbisesi ve başındaki yemenisiyle dışarda gördüğü kadının düşündüğünden daha genç olduğunun fark etti.
-Hoşgeldin kızım dedi kadın,
-Hoş bulduk, bana evinizi açtığınız için teşekkürler dedi, dokunsalar ağlayacak halde.
Kadının boynuna atılmak istiyor, geldiğinden beri ilk defa birisinden ilgi görüyordu. Kadın yanına oturunca, iki kadının arasındaki yeni tanışıklık sanki yıllardır ana- kızmışlar gibi sıcaklığa dönüştü.
Semra, küçük bir çocuk gibi kadına sokulup,
-Ağlamak istiyorum dedi.
Kadın,
-Ağla kızım, ağlamak insanın ağusunu alır, insan hafifler dedi.
Yattı kadının omuzuna, hıçkıra, hıçkıra ağlıyor, bir yandan da söyleniyordu kötü yazgısına. Kadın şefkatli elleriyle Semra’nın saçlarını okşuyordu… Kadının bu sevgisi Semra’ya ilaç gibi gelmişti, sonra kadın,
-Tamam artık Semra, bundan böyle ağlamak yok dedi. Yağmurlu bir havadan sonra güneş açmış, gibi rahatlamıştı. Baktı kadının gözlerine, yüzündeki çizgilerine. Kim bilir ne çok yaşamışlığı var ki, beni evine aldı diye düşündü. Adının Miyase olduğunun öğrendiği kadın çayı demleyip, getirmeye içeri girince, yardıma gitti.
Kadın, yalnızdı, akşam oluyordu, gün ışığı bakmak üzereydi, bahçedeki,“Akşamsefası”çiçeklerinin yanındaki sedirde oturdular. Bahçe her tür çiçekle dolu mis gibi kokuyordu. Evsahibi, yörenin ünlü haşhaşlı çöreğinden getirince iki kadın sohbete koyuldu.
Kadın,
- Bak Semra, o bıçaklanan Selahattin Öğretmen var ya, ben onun öp öz teyzesiyim dedi.
Semra şaşırmış, bakıyordu. Kadın devam etti,
- Annesi öldüğünde küçüktü, ben de kocamı evlendikten kısa bir zaman sonra kaybettim.
-Çocuğumuz olmadı, sonra da kahrettim evlenmedim. Hem o kadar sevdiğim adamın üzerine kimi sevebilirdim ki deyince,
Semra, bu hoyrat kentte bir kadının sevgiden söz edişi karşısında şaşırmıştı. Kadının derinlerindeki aşk acısının devam ettiğini düşündü. Kadın,
-Ona anne oldum dedi. Şimdiye kadar evlenmedi okudu, kendini okumaya, öğrencilerine adadı, dedi.
-Ama sen bu şehre geldikten sonra benim oğluma bir haller oldu. Gözümden kaçmıyor, saçını başka türlü tarıyor, üstüne, başına başka türlü titizleniyor dedi.
Semra olanı biteni yeni yeni anlıyordu. Kadın devam etti,
- Kavgada bıçaklandığını haber verdiler, atkımı alıp koştum bu kısa yol nasıl uzadı bilsen.
-Öldüm, öldüm dirildim. Yanına gittiğimde o seni düşünüyordu.
-Benim bir şeyim yok, sen Semra Hanıma git dedi, Beni sana gönderdi. İşte böyle kızım.
-Sakın korkmasın, diyerek bana olanları anlattı dedi kadın. Sonra da Semra’nın anlamadığı olayı anlattı.
Sen sinemaya giderken, önünden geçtiğin kahvehanede gençler, masada senin hakkında ileri, geri konuşuyorlarmış.
Semra baktı çaresiz hep konuşuluyordu zaten hakkında çıkmayan dedikodu kalmamıştı.
Gençler,
-Bu kadın eve erkek alıyormuş deyince,
Orada bulunan, oğlum karşı çıkmış,
-Yapmayın, arkadaşlar yanlış yapıyorsunuz diye uyarmış gençleri,
-Hoca, sen bu işe karışma diye diklenmiş gençler.
Sonra da itiş- kakış olmuş aralarında. Oğlum onu bıçaklayanı polise verdi. Bu akşam hastanede tutacaklar yarın eve göndeririz dediler. Bıçak sadece sıyırmış kızım Allah yüzümüze baktı diyordu, Semra’ya bakarak.
Sinemadayken olanları o gece anne şefkati gördüğü kadının anlattıklarından öğrendiğinde, yazgısının kötü olduğuna bir kez daha inandı. Öğretmenin yarasının hafif olduğunun öğrenmesi içini rahatlattı.
Aksi türlü bir şey olması onun ömrünün sonuna kadar belalı, uğursuz kadın olarak kalması demek olurdu. Her şeye karşın hafif yaralı olduğunu öğrendiği Miyase Teyzenin oğlu onun umudu olacak mıydı? Bilemiyordu…