Bugün, 29 Ekim 1923’de kurulan Cumhuriyet’in 91. yılını kutlayacağız.
M. Kemal Atatürk’ün liderliğinde kazanılan Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ikinci bir mücadele daha vardı. Bu ikinci mücadele de, en az kurtuluş savaşı kadar zor bir mücadeleydi. Bu yeni başlayan mücadele, yeni Türki-ye’nin çağdaşlaşma ve kültür mücadelesiydi. Bütün bu kavramlar Cumhuriyet sisteminin yolunun taşlarıydı.
Meclis, devam eden çalışmaları sırasında birçok yenilikle birlikte, 1921’de bir anlamda toplum sözleşmesi sayılabilecek Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nu çıkarmıştır. Bu sözleşme Türk toplumunun ilk anayasası sayılabilir. Geçen zaman içinde içte ve dışta Genç Türkiye’nin yönetiminin ne olacağı merak edilmeye başlamıştı. Oysa ki Atatürk, daha ilk gençliğinde, askeri okullarda eğitim aldığı yıllarda kafasında bir yol ve bir çizgi belirlemişti. Tüm bunlarla ilgili olarak da büyük emek vermiş, sayısız kitap okumuştu. Onu özellikle Fransız Devrim Tarihi etkilemişti.
Eline istediği gücü geçirmişti, ama o bu gücün tek elde toplanmasından yana değildi. Cumhuriyeti tanımlamadan önce Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimine bakarsak, Cumhuriyetin o günün şartlarında ne kadar zor kurulduğunu daha iyi anlayabiliriz. Bilindiği gibi Osmanlı idaresi aynı aileden gelen erkek çocukların padişah olmasıyla yönetilen bir ülkeydi. Son yıllarda birinci ve ikinci meşrutiyetle bir meclis kurulmuştu. Ama yüzyıllar boyunca padişahlıkla yönetilen bir ülkeydi bu ülke sonuçta. Kolay mıydı böyle bir anlayıştan sonra eşitliğe, özgürlüğe, hukukun üstünlüğüne dayalı bir yönetim biçimi kurmak?
O günün Türkiye’sinde şapka sözcüğünün “gavurluk” sayıldığı, Cumhuriyet sözcüğünün ise komünizm ile eşdeğer olduğu bir ülkede yaşanıyordu. Bütün bunlara bağlı olarak M. Kemal Atatürk’e halife olması gereğini söyleyenler vardı. Hatta padişahlığını ilân etmesini telkin edenler bile vardı. O tüm bu koşulların dışında halkın özgür iradesi ile seçtiği vekiller aracılığı ile yönetilen bir sistem düşünüyordu. Bu sistemin adı bugüne kadar insanoğlunun bulduğu en ideal yönetim biçimi olan Cumhuriyet’ti.
Bu düşüncesini çok uzun yıllar içinde sır gibi saklamıştı. Şimdi artık zamanıydı, eylem ve düşünce olarak çok emek verdiği Cumhuriyeti ilân edecekti. 4 Eylül 1919’da Cevat Abbas’a: “Yaz çocuk, kurtuluştan sonra devletin idaresi cumhuriyet olacaktır.” demesi üzerine bir yandan söyleneni yazan C. Abbas: “ Bu kadar da değil paşam”. Diyerek söylenene inanamadığını belirtmişti.
28 Ekim 1923 akşamı Atatürk birkaç arkadaşı ile Çankaya köşkünde buluştu. Yıllar yılı içinde sakladığı adım adım zeminini hazırladığı Cumhuriyet rejimine artık halkı da kendisi de çok yakındı. Arkadaşlarına bu düşüncesini açıkladı. “En büyük eserim” dediği Cumhuriyetin ilânına artık saatler kalmıştı. Misafirler gittikten sonra baş başa kaldığı İsmet İnönü ile sabahın ilk ışıklarına kadar çalıştı. Teşkilât-ı Esasîye üzerinde yapılacak değişiklikleri yaptı. Kurtuluş savaşı sürerken bir meclis kurulmuştu. Ama bu yeni kurulan sistemin adı konmamıştı. Dünya da, yeni kurulan ülkenin sisteminin ne olacağını merak ediyordu. Aslında Erzurum ve Sivas kongrelerinin delegasyonlarının aldıkları kongre kararları demokrasiye giden yolun işaretlerini veriyordu.
Cumhuriyetin ilânından önce kurulan meclis Fethi Beyin Başkanlığında toplandı. Hükümet istifa etmişti. Bir hükümet krizi söz konusuydu. Sorun çözülemeyince Atatürk’e haber verildi. Atatürk görüşmeler yaptıktan sonra sorunu çözeceğini söyledi. Meclisteki odasında özel görüşmeler yaptı. Meclisin ilk anayasası sayılan Teşkilât-ı Esasîye Kanununda yapılacak değişiklikle bu sorunun aşılabileceğini söyledi. Üzerinde sabaha kadar çalıştığı değişiklikle o zamana kadar adı konulmayan ülkenin idare biçiminin Cumhuriyet olacağını söyledi.
Maddeler tek tek oylandı. Oylama sonucunda Cumhuriyet ilân edildi. Bu sırada Meclis Başkanlığı makamında Meclis İkinci Başkanvekili olarak Çorum Milletvekili İsmet Eker bulunuyordu.
Sıra bu ülkenin ilk Cumhurbaşkanını seçmeye gelmişti aynı gün önerge verildi. Meclisin tüm oylarını alarak Genç Cumhuriyetin ilk Cumhurbaşkanı olarak Atatürk seçilmişti. Atatürk alkışlar arasında ikinci defa kürsüye gelerek teşekkür konuşması yaptı.
Bundan sonrası da hiç kolay değildi. Muhalifler iş başındaydı. İlân edilen Cumhuriyetin demokrasiye bağlı bir Cumhuriyet olduğunu henüz anlayamayanlar bunun bir “İslâm Cumhuriyeti” olduğuna inananlar bile vardı.
Atatürk “yeni bir millet yarattı” derken, bireyin ve toplumun ha-yatında kökten bir anlayış, algı, düşünce iklimi, fiziksel, düşünsel anlayış yeni bir yaşam değişikliği yarattı. Yarattı sözcüğünde anlatılmak istenen budur. Tüm dünyada onu unutulmaz ve ölümsüz kılan çağdaş Türkiye’nin kurucusu olduğu gerçeğidir. Bu gerçeği besleyen temel gerçeklik ise bugün ayakta olan devrimlerdir.
Atatürk, Türk toplumuna manevî miras olarak da akıl ve bilimi bırakmıştır. Geldiğimiz noktada her şeye rağmen bilim ve aklın gösterdiği yoldan ayrılmamalıyız.