Özgecan olayının arkasından gelen gazeteci Nuh Köklü olayı ve daha sonra Ege Üniversitesi’nde okuyan genç öğrencinin ölümüyle sonuçlanan olaylar neredeyse bizlere daha öncekileri unutturacak nitelikte. Allah eski faciaları unutturacak yeni facialardan korusun.
Aslında bunlar birbirinin devamı ve gelişememiş, kusurlu insanların neden oldukları olaylardır. Yani daha önce ıslah edilmesi gereken insanlarda başarının elde edilememesidir.
Nuh Köklü’yü bıçaklayan adam; “Raporum var. Bir gün yatar çıkarım.” diyebiliyor. Aynı gün Çorum ilçelerinden birinin köyünde şizofren oğul, babasını bıçaklayarak öldürdü. Demek ki kontrol altında tutulması gereken adamlar için tedbir alınmamış. Birisi İstanbul’un belirgin yerinde esnaflık yapabiliyor, diğeri köyünde serbestçe dolaşıp, sonunda babasını bile öldürebiliyor. İnsanları eğitip istenilen olgunluğa getirmek kolay değil ama kontrol altında tutulması gerekenler için yapılacakları yapmak da zor değil.
Eğitilmesi gerekenlerle uğraşıda elbette başarılı olmak çok zor, ama eğitim görevleri olanların da kusurları olduğunu düşünüyorum. Bu kusurlar düzeltilmedikçe sonuç alınamayacağını anlatmaya çalışacağım.
15 gün kadar önce; muhterem Hocamız Ali Bardakoğlu’nun İslamofobi konusunda Ahmet Hakan’a söylediği sözleri dikkatle okuyalım: “İslam dünyası hep ötekinin yapıp ettiklerine bakıyor. Oysa yapılması gereken aynaya bakmaktır. İslam dünyasında şiddet var. Mezhep çatışmalarında kan akıyor, birbirlerinin camilerini bombalıyorlar. Sünni ve Şii ulema bir araya gelip tavır alamıyor. Aksine kendi mezhep mensuplarını haklı gösteren karşı fetvalar yayınlıyorlar, çeşitli alimler sürekli cihat, tekfir ve canlı bomba fetvaları veriyorlar. Bütün bunlar sorunu büyütüyor.”
Hocamızın ağzına sağlık. Ne kadar sade, anlaşılır anlatmış. Diyanet üzerine görev düşen önemli kurumlarımızdan birisidir ve görevini de hakkıyla yapmaya çalışıyor.
Geçen Cuma hutbede yer alan ifadelere bakalım: “Her türlü istismar, taciz ve tecavüzün, kadını aşağılamanın, hırpalamanın ve hatta incitmenin ne büyük günah olduğunu unutmamalıyız. Hangi gerekçeyle olursa olsun bir cana kıymanın bütün insanlığı öldürmek anlamına geldiğini hatırdan çıkarmamalıyız. (Buraya benden bir not: bir taraftan Kur’an hükmü olan bu ifadeyi söylerken diğer taraftan: “Allah affedicidir. Adamın biri 99 adam öldürmüş, af istemiş, Cenab-ı Allah affetmiş” şeklinde hadis olduğunu dile getiren hocalarımız var.) Allah’ın kulu ve yeryüzünün şerefli varlığı olan kadına (Bir not daha; kadın sebeb-i hayatımızdır. Doğurmasa insan nesli biter.) yöneltilen her şiddet sadece bizim vicdanımızı kanatmamakta, aynı zamanda melekût alemini de sarsmaktadır.”
Hutbemiz sade ve anlaşılır başlamış, “melekut alemi” gibi cemaatin anlayamayacağı ifade ile bitmiş, bu gibi açıklamaya muhtaç olan ibarelerin kullanılması vaaz ve hutbe sanatı sayıldığından çok kullanılıyor. Lakin “melekût alemi” ne demek acaba? (*)
Bir başka örnekte ise birçok zaman Peygamber Efendimiz (sav) demek yerine içlerinde en çok kullanılan; “Resul-u Ekrem” demek neden icap ediyor acaba? “Resul-u Ekrem”in anlamını bir çok insana sordum, maalesef içlerinden bilen çıkmadı.
Biraz önce Diyanet İşleri eski başkanı Ali Bardakoğlu’nun söylemlerini yazdık, okudunuz. Ne kadar sade ve rahat anlaşılır ifadeler. Bir de hutbenin son cümlesinin zor anlaşılırlığına bakın!
Bu olay bir çok sahada olduğu gibi köşe yazarlığında da var. İsmi bende saklı kalsın. Çok bilgili, önemli konulara değinen ve önemli gazetelerden birinde yazan yazarımızdan yeteri kadar faydalanamıyoruz, üstadın yorumlarında nokta fakirliği var. Koca sahifeyi dolduruyor, kullandığı noktaları saysanız 15-20’yi bulmuyor ve ortaya anlaşılma zorluğu çıkıyor.
Hoca efendilerden ve bilim adamlarından bana çok kızanların olacağını biliyorum ama yazmak zorundayım. Kalemimin sorumluluğu bunu gerektiriyor. Kızacakların hatırı için es geçersem; vebal altında kalırım. O zaman bu köşeden ayrılmam gerekir.
Ulemanın, diyanetin, imam efendilerin, hatta bilim adamları ve yazarların; toplumun konuştuğu gibi konuşmayı ve de yazmayı öğrenmesi şart kere şarttır. Yoksa kürsüler, minberler, televizyonlar, gazete köşeleri boşa işgal edilmiş olur.
Şu gerçeği kimse değiştiremez; “Siz ne anhlatırsanız anlatın; dinleyenin anlayabildiği kadarını anlatmış olursunuz.
En güzel günler sizlerin olsun.
•Melekût: Ruhlar ve melekler alemi.