Ne çamlar devriliyor her gün yerel basında!
Ne kafalar-gözler yarılıyor Türkçe adına!
Ne yazım hataları, ne yanlış sözcükler…
Söylenen sözü tersinden anlamalar…
Çoğunlukla hiçbir şey “anlayamamalar”…
Sayfalar dolusu metinleri, hatta çoğu kez başlığını bile değiştirmeden olduğu gibi okuyucuya postalamalar…
Okunacakmış gibi…
*
Belki elli kez yazdım, “yerel basın olarak buna hakkımız yok” diye.
Zira, şimdilerde o güvenden eser kalmamış olsa da, eskiden “bu sözcüğü gazete böyle yazmışsa, doğrusu böyle demek ki” şeklinde bir algılama vardı. Gazetenin yazdığına inanmak esastı. Okuyucunun, haberin veya yorumun doğruluğundan kuşkulanması için sağlam bir gerekçesi, konuya özel bir hakimiyeti olmalıydı.
Yoksa neden inanmasın?
Zaten gazeteci de sorumluluk bilincine sahipti. Bir olayı değerlendirirken kılı kırk yarardı. Teknik olanaklar son derece yetersiz olsa da, duyarlılık vardı, titizlik vardı, hicap duygusu vardı…Topluma saygı vardı.
Hata yine vardı, ama tekerrür etmemesi için azami özen gösterilirdi.
Ben, bu mesleği üstatlarımdan böyle öğrendim.
Her sabah, sözcük veya yazım hataları nedeniyle hafakanlar basması bundan…
Hemen her güne kötü başlamam bu yüzden…
*
Şimdi, iletişim çağındayız.
İşi bilen bir kişi sabah bilgisayarın başına otursun, gelen e-postalarla, internetten ulaşacağı bilgilerle tek başına bir yerel gazeteyi çıkarır.
Yani, sıradanlığı aşma iddianız yoksa, bu iş çok kolay.
Ama diyeceksiniz ki, her şeyin başı “insan”!
İnsanın zekâsı, bilgisi, yeteneği, duygusu, heyecanı…Vizyonu, uzak görüşlülüğü…Samimiyeti, iyi niyeti…İnsanlara ve yaşadığı yere olan sevgisi…
Farkı oluşturan da budur zaten.
Bu farkı aramıyorsa, okuyucunun da işi kolaydır.
Önüne ne gelse onunla idare eder.
Hah işte, “idare eder”!
*
“Önce insanız sonra gazeteci”!
Bana göre, öyle olmalıyız.
Hiçbir şey insanlık değerlerinin önüne geçmemeli.
Bir manşetle sansasyon yaratabilir, tüm kentin sizden bahsetmesini sağlayabilirsiniz, ama o yazdıklarınız nedeniyle kentiniz, toplumunuz incinecek, imajı olumsuz etkilenecekse, toplumun bir kesimi, hatta hatta tek bir insan rencide olacaksa, kalsın o flaş haber!
Bu anlayışımız nedeniyledir ki, “ÇORUM HABER kişilerle uğraşmaz, meselelerle uğraşır” şeklinde bir yargı oluşmuştur.
İyi ki de öyleyiz.
O bakımdan içim rahat.
*
Şimdi, bütün bunları yazmama neden olan Cumartesi günkü hatalarımıza geleceğim:
• Salim Uslu: “Tarıma dayalı yatırımların desteklenmesinden Çorum’da yararlanıyor
• Sevgi Evleri personellerine ‘Deprem ve Korunma’ eğitimi
*
Bunun adı, halk deyişiyle “kınadığımızın başımıza gelmesidir.”
Üstteki cümlede, “da” ayrı olacaktı elbette, “Çorum da” şeklinde yazılması gerekirdi.
“Personel”in zaten çoğul olduğunu ise herhalde bilmeyen yoktur. Varsa da “cahil”den sayılır.
Bu başlıkları kullanan bizim arkadaşlar bunu bilmiyorlar mı?
Kuşkusuz biliyorlar, ama nasıl bir özensizlik veya dikkatsizlikse, sanki bana ertesi gün saç-baş yoldurmak için kasıtlı yapıyorlar.
Dizgi yanlışı olabilir, insanlık halidir; ama bilgi yanlışına hakkımız yok.
Başkalarına karışmam da, ÇORUM HABER’in buna hiç hakkı yok!
*
Çalışma arkadaşlarımın hataları da doğal olarak benim haneme yazılır, yazılmak zorundadır.
Dolayısıyla, özür dilemek bana düşüyor.
Özür diliyorum.
Özür dilemekle kalmıyor, çok üzüldüğümü, kahrolduğumu söylemek istiyorum.
Sevgilerimi, duygularımı, tutkularımı, coşkularımı ya da acılarımı, hüzünlerimi, hüsranlarımı, hayal kırıklıklarımı okurlarımla paylaşmak alışkanlığımdır, biliyorsunuz.
Alabildiğine şeffafım o anlamda.
Başka türlü de olamam zaten.
O yüzden, her şeyi olduğu gibi “utancımı” da paylaşıyorum okurlarımla.
Gazetede çıkan her yazıyı kontrol etme olanağım yok ne yazık ki…
Bağışlayın.
Mehmet YOLYAPAR