İçi hep bir yerlere gitmek istiyordu. O da alıyordu arabasının anahtarını ve gaza basıyordu. Gitmek istediği yer neresi diye sorarsanız? Ben de bilmiyordum, ama denizi olsun, neresi olursa olsun diyordu. Şöyle denizi kollarıyla kucaklamak istiyordu.
Birden kendine hayali denizler yaptı ve arabasını hemen kenarına park etti. Denizin kenarında bir çay bahçesi gözüne takıldı ve gidip çay bahçesine oturdu.
Adam suratsızın tekiydi, neden geldin bu saatte der gibi bakıyordu. Oysa ki saat sabahın yedisiydi. Adamın halinden belliydi, akşamdan kalmaydı. Bana en demlisinden bir çay getir dedi. Adam gözlerini görmek için dik dik bakıyordu ama gözlerini göremiyordu. Çünkü onları şapkayla saklıyordu. Sonrasında adam içinden bir şeyler söyleye söyleye gitti. İçinden, kesin küfür ediyor dedi.
Aniden saçlarına kuşlar konuverdi. Saçlarındaki kuşları alıp avuçlarına koydu. Bir ağacın sarı ve kızıl arası bir yaprağı ayaklarının dibine düştü. Yere eğilip o kurumuş yaprağı aldı ve çantasından bir kalem çıkartıp üstüne “yorgunum” yazdı. Yorgun kelimesini onun üstüne yazdıktan sonra yaprak buruş buruş oluverdi. Sanki biraz daha dokunsa küçük küçük parçalara ayrılacak gibiydi. Yaprağı eline tekrar alıp, yazdığı yorgun kelimesini üstünden sildi ve kalbim yazdı. Kalbim yazdıktan sonra en kızıl halini aldı. Yani kalbin işte böyle demek istiyor gibiydi. Oysa ki kalbinin en çok gökyüzü gibi, deniz gibi mavi olmasını istiyordu. İstemekle olmuyordu, yaprağın rengi gibi cümleleri de kızıl değil miydi? Suratsız adam yine beliriverdi ve elinde bir bardak çay ile ona doğru yürüyordu. Çayı masaya atar gibi koyup gitt,i ama hiç umursamadı. Çantasından bir sigara çıkartıp yaktı ve dumanını içinin en ücra köşelerine hapsetmeye çalıştı. Dört kişilik bir masada tek kişiydi ve böyle olması içini acıtıyordu. O an aklına Murathan Mungan’ın şu dizeleri geldi ve kendi kendine kedi gibi mırıldanmaya başladı.
Masal anlat bana
İçine kat beni çocuğunmuşum gibi
Öyle sev ki gözlerim kapansın hemen
Sonra içim acısın
Belki ağlarım.
Ağlamak, en son ne zaman ağlamıştı, hatırlayamıyordu. Hâlbuki her zaman dolu doluydu içi ama ağlamak güçsüzlüktür diye yarınlara erteliyordu. Çocuk olduğu zamanlarda oyun oynarken düşüp kollarını, bacaklarını yaralardı ve oturup ağlardı. Şimdi ise yüreği paramparçaydı ve güçlü görünmek için ağlayamıyordu. Oysa ki Yüreğinin odaları sırılsıklamdı.
Söyle, ey sevgili yazar! Dedi. Yazdıklarında hüznü gözbebeklerinde asılı kalmış bir kadın var mı? Varsa işte o benim, onun için bildiğin bütün güzel cümleleri yaz dedi ve ani bir fren sesiyle irkildi. Etrafına bakındı. Fren yapan adam arabasının camını indirmiş ona bir şeyler söylüyordu ama sesini duyamıyordu, sanki sağır olmuştu. Oysa ki o sadece içinin cümlelerini susturmak istiyordu. Hayali resimler yapıp, içine giriyor ve o resimden çıkmamak için hayali hikâyeler uyduruyordu. İnsanların ve dünyanın acımasızlığından kurtulmanın tek yoluydu. Bazen o hikâyelerde o kadar uzun süre kalırdı ki, aynadaki kendine bakan sureti tanıyamazdı.
Bütün ömrünce
Bir mumla
Okumayı sevmişti
Ve sık sık elini
Geçiriyordu alevin üstünden
Kendini inandırmak için
Yaşadığına.
Öldüğü günden beri
Yanında yanık
Bir mum bulunduruyor
Ancak saklıyordu ellerini./Supervielle