“Özel ya da tüzel kişilerin; bilerek ya da bilmeyerek neden oldukları her sorunlu olayın, iki tarafı vardır...
Böyle olaylarda, bir taraf haklı ise; diğer taraf da mutlaka haksızdır...
Yani?
Yani, nasıl bir olayın “mağdur” tarafı varsa; bir de bu olayın, “mağduriyete neden olan” karşı tarafı vardır...
Çağdaş toplumların, eğitimli ve çağdaş bireyleri; bunu bilir ve ona göre davranır. Haklı, haklılığını; haksız, haksızlığını kabul eder.
Oysa bizim toplumumuzda, herkes haklıdır.
Bizim kitabımızda; “haksız taraf, “mağduriyete yol açan taraf” gibi kavramlara yer yoktur.
Bizde hiç kimse, “haksız olduğunu”, “karşı tarafı mağdur ettiğini” kabullenmez... Çünkü böyle görmüş, böyle eğitilmiş, böyle yetişmiş, böyle yetiştirilmiştir...
Yani?
Yani, bizde herkes, ‘kendisinin haklı olduğunu, kendisine haksızlık yapıldığını’ sanır; hatta (sanmakla da kalmaz) “haklılığını”, kendine özgü yöntemlerle, savunur...
Hatta savunmakla da yetinmez, anında “karşı saldırıya” geçer...
Bütün bunları yaparken de; tepkisi doğrudur yanlıştır, ahlakidir ya da değildir, bunun üzerinde bile durmaz... Bunu düşünmez, düşünemez...
O yapmış, olmuştur.
Onlar yapmışsa, doğru yapmışlar, doğru eylemişlerdir.
* * *
Bakın yakın çevrenize...
Öyle çoktur ki bunlar...
Okulunuzda, apartmanınızda, arkadaş grubunuzda, işyerinizde, köyünüzde, kasabanızda, bir dolu vardır bunlardan...
Zorlayın belleklerinizi... Çemberi biraz daha büyütün... Ülke düzeyinde, şöööyle bir tarama yapın...
Önemsediğiniz, değer verdiğiniz, adam gibi adam sandığınız, pek çok kişinin de; bu gruba dâhil olduğunun, ayırdına varacaksınız...
Örnek mi?
Örnek çok... Vereceğim örnekler, inanın, bu köşeye de, bu gazetenin tamamına da sığmaz...
Ülkemizde “bilerek veya bilmeyerek, sebebiyet verdiği bir olayda; karşı tarafı (ya da tarafları) mağdur ettiğini, haksız olduğunu, haksız olabileceğini” kabul eden olgun insan sayısı, parmakla gösterilebilecek kadar azdır.
Bakın politikacılara... Bakın bürokratlara, belediye başkanlarına, belediye görevlilerine... Bakın medyaya, sporculara, hâkimlere, savcılara, avukatlara, öğretmenlere, din adamlarına, doktorlara, bankacılara, tüccarlara... Ve hatta hortumculara, rüşvet alıp verenlere, hırsızlara, dolandırıcılara, katillere... bakın.
Verdikleri zararın, yedikleri herzelerin ucu bucağı yoktur ama hepsi kendisini, sütten çıkmış ak kaşık sanır...
Neden?
Çünkü sistem böyledir... Yasalar böyle, kurallar böyledir... Geleneğimiz, göreneğimiz böyledir...
Çünkü bu muhteremlerin(!) eğitim düzeyleri, kültür düzeyleri böyledir...
Ama en önemlisi, bu toplumun yapısı böyledir...
Bu toplum, ahlaksızları, hırsızları, ırz düşmanlarını, katilleri; “tekbirlerle”, “ bu vatan seninle/sizinle gurur duyuyor...” nidalarıyla karşılayıp, uğurlayan bir toplumdur...”
* * *
Yukarıdaki yazı, “29 Mart 2001 tarihinde”, aynı başlıkla yazdığım köşe yazısının, giriş bölümü.
Yazının ilerleyen bölümlerinde de; insanları mağdur edip, zeytinyağı gibi su üstüne çıkmaya çalışan, “o günlerin güncel ahlaksızlarından ve yüzsüzlerinden” örnekler vermişim.
* * *
Bugün 27 Mayıs 2015
Değişen bir şey var mı?
Yok.
Ha o günlerin yüzsüzleri, ha bu günlerin yüzsüzleri...
Dün söylediğinin bugün tam aksini söyleyen 23 Nisan liderleri…
Daha düne kadar her isteklerinin verildiği ayan beyan itiraf edilen, bugün (hırsızlıklarının, yolsuzluklarının ortaya çıkmasına vesile oldukları için) yerden yere vurulan malum cemaat için, yurt içinde ve yurt dışında dillendirilenler… Kürsülerde, mitinglerde savrulan tehditler… Ucuz ve basit kabadayılıklar…
Hırsızlara, hırsız denmesinden alınan hırsızlar…
Soysuza soysuz denmesinden alınan soysuzlar…
Ahlaksıza ahlaksız denmesinden alınan ahlaksızlar…
… …
Böyle bir toplumuz işte biz.
Bu toplum, herkesin “kendisini haklı sandığı”, zavallı bir toplumdur...
Eğitim(!) bu eğitim, mantık bu mantık olduğu sürece de zavallı olarak kalmaya, yerlerde sürünmeye ve süründürülmeye mahkumdur.