BİLMEDİĞİN ŞEYE “BİLMİYORUM” DEMEK,
AMA ÖĞRENMEK İÇİN UĞRAŞMAK GEREK
Gerçekten İmam-ı Azam’ın ölümü pahasına kabul etmediği Kadı ul Kudat -Başkadılık- makamına geliyor. Abbasi devletinin güçlü halifeleri Mansur ve Harun Reşit zamanında uzun yıllar (18 sene) Başkadılık yapıyor.
Caddelerde gümüş takılarla süslenmiş ayağının mahmuzları bile altın olan ayakkabılar giyer, at üzerinde halka karşı dolaşırmış. İlim dostları bu şaşaayı ona sorarlarmış: Neden böyle yapıyorsun? “Gençler beni görsünler de ilim insanı nerelere yükseliyor bilsinler. İlime sarılsınlar. Bana imrensinler diye yapıyorum. Cehil insanı rezil, ilim insanı vezir eder” diye cevap verirmiş.
O zaman dünyanın en güçlü devleti olan Abbasi Halifesi Harun Reşit, Abu Yusuf’a çok hürmet eder, onun çözemeyeceği bir mesele yoktur, dermiş. Bir gün Harun Reşit, Ebu Yusuf’a Bağdat sarayında dolaşırken, bir soru soruyor. Ebu Yusuf bilmiyorum diyor. Bir müddet sonra ikinci ve üçüncü sorulara da bilmiyorum deyince, Veziri Azam Bermeki Ebu Yusuf’a kızarak Padişaha yağ çekmek için Ebu Yusuf’a hitaben, “Utanmaz mısın efendimizin suallerine bilmiyorum diyorsun. Atının eyeri gümüş, ayaklarının mahmuzu gümüş, bunca parayı niçin alıyorsun?” demiş. O zaman Ebu Yusuf (İmam-ı Azam’ın baş talebesi) şu tarihi sözü söylüyor:
“Vezir efendi, ben halifemizden bildiklerim kadar ücret alıyorum. Eğer bilmediklerimin karşılığını alsam efendimizin hazinesi yetmez ve ben bildiğimin alimi, bilmediğimin talimiyim. Bilmesem de zamanı gelince öğrenir, cevabını veririm. Hem her alim her şeyi bilemez. Ulu Allah meleklere hitaben Bakara Suresi 2/32 ayette, ‘Ulu Allah Hz. Adem’i yarattı. Ona kıyamete kadar olan ilimleri, esmayı öğretti. Sonra meleklere hitaben, bana şu isimleri sayın buyurdu. Melekler biz bilmeyiz dediler. Adem’e hitap etti. Hz. Adem isimleri bülbül gibi saydı. Çünkü ulu Allah Adem’in zihnine kıyamete kadar olacak, gelecek bütün isim ve bilgileri yerleştirmişti.’ Dünün, bugünün, yarının bilgileri tevarüs yolu ile insanların zihnindedir. İnsanın gayreti, ilahinin yardım ve himmeti ile hikmet, ilim ortaya çıkar.”
Yani Ebu Yusuf ‘melekler bile yüce Allah’a karşı bilmiyoruz dediler. Ben de padişahımızı yanıltmamak için bilmediğimi itiraf ettim’ demiştir. Makalenin bu bölümündeki maksadım, Ebu Yusuf’u anlatmak değil, onun üstadı İmam-ı Azam’ın ferasetini ve kerametini ifadedir.
Yine Sarayda gün geliyor, Harun Reşit’in bir hanımı (Zübeyde hanım efendi, Bağdat’ın temiz suyunu taş kanallarla Arafat’a getiren 2000 km.lik bir su yolu yaptıran veliyye bir hatun (fiziken ve ahlaken dünya güzeli) ile bir sorunu oluyor. Bunun çözümünü Harun Reşit’e Ebu Yusuf’tan istiyor. Olay şudur ve İmam-ı Azam’ın 40 sene evvel söylediği söz tahakkuk ediyor.
Harun Reşit’in, güzelliği ve ahlakı dillere destan bir hanım Zübeyde Hanım. Bir akşam Bağdat’ta Dicle nehrinin kıyısında inşa edilmiş muhteşem Abbasi sarayının Dicle nehrine bakan balkonunda akşam-gece Harun Reşit’le hanımı balkon sefası sürerlerken, ayın 14’ü... Ay, sarayın balkonuna ve Zübeyde hatunun cemaline vuruyor. Harun Reşit koca padişah. Bir aya bakıyor, bir de hatunun yüzüne. Öyle bir cüşa geliyor, hanımına; “Allah sana bütün bedeni, ruhi ve ahlaki güzellikleri vermiş. Sen hem bu dünyanın hem de cennet hurilerinin sultanısın. Sen mutlaka cennetliksin. Eğer sen cennetlik değilsen, benden üç talak boşsun” diyerek, hanımına hitap ediyor ve hanımının cennetlik olduğuna yürekten inanıyor. Güzelliği dillere destan, ahlak ve fazileti insanlığa ayan olan Zübeyde Hatun, Harun Reşit’in bu tavrına kırılıyor ve diyor ki: “Bu dünyada kimse kimsenin cennetlik olduğunu kesin olarak bilemez. Çünkü insan tehavvül, değişkendir. Bugün evliyadır. Yarın şeytanın tuzağına düşer. Eşkiya olabilir. O bakımdan beni boşamış oldun. Durumumuz ulema tarafından açıklığa kavuşuncaya kadar biz boşandık. Birbirimize yaklaşmayalım” deyip odasını ayırıyor.
SÜRECEK