DOĞRULUK VE DÜRÜSTLÜK BİR MÜSLÜMAN
İÇİN OLMAZSA OLMAZLARIN BAŞINDA GELİR
Aranma sırası bana gelmeden iş aydınlansın diye yüreğini Tanrıya açmıştı. Nasuh duasını o kadar ileri götürdü ki, yarabbi hiç bir kafiri bile bu duruma düşürme diye dua ediyordu. Kendinden geçti, eridi, aktı, bitti tükendi. Bu sıkıntı üstüne hamam halkı Nasuh’a bu halkayı sen çaldın çıkar diye ayrı bir baskı yapıyorlardı. Nasuh’un derdi keşke küpe halkasını çalmak olsaydı da erkek iken kadınlık vasıflarını kötüye kullanarak erkek olduğu halde kadınlar hamamında tellaklık yaptığı ve erkekliği ortaya çıkmasaydı.
Aranma sırası Nasuh’a bir kişi kala kolye bulundu diye ilan edildi. Nasuh’un sırrı ortaya çıkmadan tevbesi kabul oldu.
Hamam halkı padişahın kızları dahil Nasuh’tan özür dilediler.
Nasuh öyle bir pişmanlıkla tevbe etti ki, bedeninde ve ruhunda şehvet namına bir eser kalmadı. Şehvet, nefrete dönüştü. Nasuh’un tevbesi dillere destan oldu. Belki yüzlerce yıldır örnek tevbe olarak mukaddes kitaplara geçti.
Nasuh’u padişahlar bile tekrar tellak olarak hamama sokamadılar. Nasuh Allah’ın veli kulları arasına katıldı.
Hz. Mevlana, bu hikaye ile tevbenin aslının nasıl olması gerektiğini dramatize ediyor, doğruyu gösteriyor. Fakat Mevlana başka bir beyitinde, “Ne olursan ol gel. İster putperest, ister ateşperest ol. Tevbeni bin kere bozmuş olsan da yine gel. Bizim kapımız, dergahımız ümitsizlik kapısı değildir” diyor. Yukarıda arzedilen olayla bu söz çelişki arzediyor gibi görünebilir. Aslı şudur. İnsan haşa dinsiz olabiliyor. Asi, günahkar, zalim vs. olabilir. Ama tam bir saf yürekle geri döner ve bir daha eski günahlarını işlemezse Allah onu günah işlememiş kabul eder. Mevlana hazretleri bunu anlatmak istiyor.
DÜRÜSTLÜĞÜN, MÜSLÜMANIN
HAYATINDAKİ ÖNEMİ
Doğruluk ve dürüstlük bir Müslümanın hayatının olmazsa olmazlarının başında gelmektedir. Çünkü dünyanın nizamı, sosyal adaletin temini dürüst kişilerden oluşan toplulukların yaşantısıdır. Onun için ecdadımız “doğrulukladır nizamı alem, doğrulukladır kemali adem” Yani toplumsal hayatın devamı doğruluk temeline, o ise ferdin dürüstlüğüne bağlıdır ki, bu da yüce İslam dininin Müslümanlara yüklediği kesin bir sorumluluktur. Hz. Allah cc. Kur’an’da Hud suresinde 112. Ayet ki, “festekim kema ümirte” (Ey habibim Muhammed SAV) Emrolunduğun gibi doğru ol” ayeti ile kesin bir emirle eğriliği nehyediyor. Doğruluğu emrediyor. Binde bir istisna ile yalanı dolanı yasaklıyor. Sahabe-i Kiram’ın bildirdiğine göre, R.SAV.e bu ayetten daha şiddetli bir ayeti kerime indirilmemiştir? Bundan dolayı ümmetlerinin doğruluk hususunda bu hassasiyeti göstereceklerine olan endişesi ile “beni hud suresi bu ayet kocalttı, ihtiyarlattı” buyurmuştur. İstikamet üzere olmak kılı kırk yarmak, tel üstünden karşıya geçmek kadar zor bir iştir, kelimenin tam anlamı ile ifade etmek gerekirse. İslamı insan hayatına harfiyyen tatbik ederek yaşamaktır. Bu ise gerçekten zor bir iştir. Bugün Müslümanların perişan halinin ana sebebi İslam ahlakını hayatımızdan uzaklaştırmamızdır. Özellikle Müslümanlığı muamele bölümünü nerde ise hayatımızdan silmiş gibi bir yaşantımız var. İslam esasları itikat (inanç), ibadet, ahlak ve muameledir. Muamele karşılıklı haklardan oluşur. Bu haklara riayet doğruluk, dürüstlük bu hakların ihlali ise haksızlık, eğrilik, yamukluktur. Bu da Müslümanların İslam’ın muamele esaslarını ihlalden kaynaklanmaktadır.
Gerek konuşmalarımda, vaaz ve hutbelerimde ve meclislerde, meslek icabı, dinin gereği anlattığım önemli bir anım var. Avrupa’ya resmi gayri resmi görev için gittim. Batının, Avrupa’nın doğruluk, dürüstlük, bizim öz tabirimizle istikamet hususundaki tatbikatlarına hayran kaldım. Bizde olması gereken uygulamanın onlarda olduğunu gördüm. Biz doğruluğun sadece sözünü yapıyoruz. Onlar ise doğruluğu iş, hayat düsturu olarak yaşıyorlar. Kimse kimseyi kandıramıyor. Kimse kimseye hile yapamıyor.
SÜRECEK