DOSTLARINI İYİ SEÇMEYENLER, ONLARIN
GETİRDİĞİ BELALARDAN KURTULAMAZLAR

Dost, dost, dooost... Aranılan gerçek arkadaş. Allah için birbirlerini sevenler, dost dostun güneşidir. Onu aydınlatır, ışıtır ve ısıtır. Güneş öyle değil mi? Kainatın üzerine doğuyor. Dost dosta gece gibidir. Ayıp ve kusurlarını örter. Dost dostun ayıplı gezmesini istemez. Onu ayıbından arındırır . Ama kırıp dökmez.
Dostluk beşeri, sosyal hayatın olmazsa olmazıdır. Tek başına yaşama şansı olmayan insanoğlu kendini anlayan, kendinin onu anladığı dostlara muhtaçtırlar. Onun için dostluk çok önemli husustur. Mühim olan hakiki dost bulabilmektir.
Mevlana hazretleri herkesle dost olunamayacağını, huyları, tabiatları, fiziki ve ruhi yapıları ayrı olanların dost olamayacaklarını anlatmak için yine hayvanlardan bir masal veriyor
FARE İLE KURBAĞANIN DOSTLUĞU
Günlerden bir gün, bir kara faresi dere kenarına su içmek için indi. Kurbağa da suda vak vak ötüyordu. Birbirlerine yakınlık duydular. Esenleştiler. Bundan böyle her sabah vakti dere kıyısında buluşmaya ve birbirlerine karadan, sudan haberler verip sohbet etmeye karar verdiler.
Bir müddet buluşmaya devam ettiler. Dertleşerek gönüllerini vesveselerden, üzüntü ve korkulardan kurtarıyorlardı.
Önceleri bu buluşmadan her ikisi de memnun kalıyorlar. Başlarından geçenleri karşılıklı naklediyorlardı.
Kurbağa suda, fare karada dere kıyısında kendi lisanı ile hallerinde anlaşıyorlardı. Özellikle fare kurbağaya fazla ilgi gösteriyor, bu buluşmanın yeterli olmadığını, daha ileri götürülen bir dostluk için devamlı olmalıyız diyor ve şunu ekliyordu. Ben her sabah geliyorum, seni burada hazır bulamıyorum. Sen suyun içinde bulunuyorsun. Sesimi duymuyorsun. Sana sesimi duyuracak, geldiğimi haber verecek bir çare bulalım. Ya sen buraya bir elçi gönder, benim geldiğimi sana haber versin, veyahut sen benden önce kenara erken gel beni bekle. Eğer bunlar mümkün olmaz dersen ortak bir başka çare bulalım, diye fare kurbağaya teklifler sundu. Binbir söz, naz ve eda ile kurbağaya aşkını ilan ediyor. Canım sana feda olsun, ben kara hayvanıyım, suya giremem, boğulurum. Sen dışarda da az çok yaşama şansın var. Bu dere kenarında beni bekletmeyecek, seni buraya çabuk getirecek bir çare bul, diyordu.
Derken şöyle bir çarede karar kıldılar. Uzun bir ip bulacaklar, ipin bir ucu farenin, öbür ucu ise kurbağanın ayağına bağlanacak. Fare dere kenarına gelince, ipi çekerek kurbağaya geldiğini haber verecekti. Bu karar kurbağanın hoşuna gitmedi. Serbestliği, hürriyeti kısıtlayıcı bir tavır diye düşünüyordu. Ama söz vermişti. Fare çok memnun ipin ucu elinde istediğim zaman ipi çeker gönlümü eğlerim. Boşuna dere kıyısında kurbağayı beklemek zorunda kalmam diyordu.
Fare kendisini bu buluşma işine öylesine bağlamıştı ki, bütün gayretini bu işe harcıyordu.
Dedikleri gibi yaptılar. Bakalım olacak mı sınayalım. İpin uçlarının birini fare öbür ucunu da kurbağa ayağına bağladılar. İpi çekip duruyorken, gökteki alaca karga fareyi yerde gördü. Süzüldü ve yere indi. Fareyi yakalayıp havalandı. Karga havalanınca ipin öbür ucundaki kurbağa da ipi ile beraber havada sallanmaya başladı. Fare karganın gagasında, kurbağa da ipin ucunda. Karga bir taşla iki kuş misali oldu. Kurbağanın havada sallandığını görenler bu nasıl bir iş bu karga bu ipi nereden buldu ve kurbağanın ayağına nasıl bağladı. Karga kurbağaya nasıl bir tuzak kurdu diye sesleniyorlardı. Havada sallanan kurbağa bu sesleri duyuyor ve kötü dostun tuzağına nasıl düştüğüne yanıyordu ve şöyle seslendi. Suda yaşayan temiz kurbağa, karada yaşayan kirli fare ile dostluk kurarsa, kargaya böyle yem olur. İbret alın, ağyarı –yar- fareyi dost edinmeyin.
SÜRECEK