Emeklilik sonrası, 35 yıldır görevli olduğum kurumları temsilen katıldığım ulusal bayram törenlerine; (doğrudur ya da yanlıştır, o ayrı bir konu) “sade vatandaş kimliğimle” katılmayı gereksiz bulduğum için katılmadım.
Bir okurum, “Son iki yıldır, yalap şalap yapılan ulusal bayram törenlerine, katılıp katılmadığımı; giderek acınacak ve utanılacak hale getirilen bu törenlerin son şeklini görüp görmediğimi…” sormuş. Ağır eleştirilerde bulunmuş. Ardından da benim kalemimi aşacak şeyler istemiş benden.
Elektronik özürlü olduğum için, uzun bir süre önce gönderilen bu iletiyi, yeni fark ettim.
İletinin içeriğinden etkilendiğim için de bu dürtüyle; Cumhuriyetimizin 91. Yılı nedeniyle Çelenk Sunma Törenini yakından izlemek üzere; saat tam 1.00’de, Atatürk Anıtına hâkim bir noktaya konuşlandım.
İnsanlar, Atatürk Anıtı’nın önünde, berisinde, gerisinde öbek öbek olmuş törenin başlamasını bekliyor.
Kadim dostlardan biriyle karşılaştık, sohbet ediyoruz.
Bu arada, kadim dostun yanına yaklaşan, sonradan CHP’li olduğunu öğrendiğim biri, kadim dosta, “Partinin çelengini getirdim, ağaçların arasına sakladım…” dedi.
“Nap’tın, na’ptın, nap’tıınn!?” dedim.
Ardından da gayri ihtiyari ağzımdan kaçırdım, “Manyak mısın sen, niye saklıyorsun ki çelengi?”
Kadim dost güldü.
“Abi sen epeydir katılmıyorsun törenlere herhalde!?... Bizim çelenk koymamız yasak olduğu için, resmi tören bittikten sonra çelengimizi koyarız biz. Onun için de o saate kadar gözlerden uzak tutarız, çelengimizi…” dedi.
Güldüm mü, sırıttım mı, üzüldüm mü, sinirlendim mi bilmiyorum.
Kadim dosta, “Unutmuşum… biliyorum elbette de… bir an şaşırdım işte…” benzeri bir şeyler söyledim (galiba)…
* * *
Saat 1.30 oldu, Alanya Mülki Erkânı geldi.
O öbek öbek bekleşen insanların bir kısmı, Mülki Erkânın yanında, arkasında saf düzeni aldı, diğerleri sütre gerisinde beklemeye devam etti.
Mülki Erkân Tören Amirinin duyurusuyla; Kaymakamlık, Garnizon Komutanlığı ve Yargı adlarına üç adet çelenk kondu.
İstiklal Marşı söylendi.
Mülki Erkân Tören Amiri, “Tören bitmiştir, Sayın Kaymakamım!” dedi, tören bitti.
Hepsi, hepsi 4,5 - 5 dakika…
Tık, tık…
* * *
Mülki Erkân ve katılımcıları, tören alanından ayrıldı.
Bu defa sütre gerisinde bekleyen CHP’li grup yerini aldı.
Atatürk’ün bir askeri, bir neferi olarak ben de katıldım bu gruba.
Özenli, disiplinli ve saygılı bir saf düzeni oluşturuldu.
İçimizden bir bayan arkadaşımız, tören programını sundu.
Ulu Önder’in manevi huzuruna çelenk sunuldu.
Ülkenin kurtarıcısı ve Cumhuriyetin kurucusu Ulu Önder Atatürk ve silah arkadaşları için saygı duruşunda bulunuldu.
Hep bir ağızdan İstiklal Marşımız söylendi.
Katılanlar, kimi buruk, kimi gözyaşı içinde birbirlerinin bayramlarını kutladı.
Katılımcılar, yine öbek öbek, bir kenara çekilip, durum değerlendirmesi yaptılar, anılar tazelendi.
… …
Töreni izleyen turistlerden biri, bize yönelik bir şeyler söyledi, anlamadım.
“Ne diyor bunlar ?” dedim.
“Niye ayrı ayrı çelenk koyuyor, ayrı ayrı tören yapıyorsunuz?” diye sormuş.
O an beynimin karıncalandığını, o sıcakta üşüdüğümü, hissettim.
Ogün orada gördüğüm ve hiç tanımadığım karı koca katılımcılara;
“Görüyorsunuz… Turistler bile farkında ama iktidar ve onun goygoycuları, bu durumun hâlâ farkında değil. İyi bir gidişat değil bu gidişat… Giderek çözülüyor, dağılıyor, parçalanıyoruz… İktidar, ulusal bayramlara angarya gözüyle bakıyor ve bu bayramları, alıştıra alıştıra kaldırmak, yok etmek istiyor. Oysa ulusal bayramlar, ülke insanlarını bir arada tutan çimentonun, mozaik taşlarıdır…” dedim ve onlara, sizlerle de paylaşmak istediğim, şu olayı anlattım.
… …
Dönemin Başbakanı Turgut Özal zamanında, ülkemizin eğitim sistemini incelemek üzere, Japon eğitim uzmanları gelmiş ülkemize.
Yaptıkları araştırma ve incelemelerin sonuçlarını da; Özal'ın bürokratlarının da hazır bulunduğu bir ortamda sunmuşlar.
Demişler ki; “Sizin eğitim sisteminizde ‘ulusal ruh’ yok!”
Rahmetli Özal'ın “Nasıl yani?” sorusu üzerine de şunu anlatmışlar.
Demişler ki; “Biz Japonya'da, okula başlayacak çocuklarımıza, ‘ulusal ruh şoklaması’ yaparız. Onları önce toplu halde hızlı trenlere bindirir, dev fabrikalarımızı, teknoloji merkezlerimizi gezdirir, ülkemizin gücünü gösteririz.
Sonra da bu yavrularımızı alır; Hiroşima ve Nagazagi'ye götürür; orada, atom bombası atılan ve yıllardır ot dahi bitmeyen alanları gösterir, deriz ki: “Eğer çalışmaz, bilinçlenmez ve az önce gördüğünüz teknolojiyi, daha da ileri götürmek için çaba göstermezseniz, sonunuz böyle olur.”
Özal’ın çokbilmiş bürokratlardan biri atılmış; “Ama bizim Hiroşima'mız yok ki!” demiş.
Japon uzman tokat gibi bir yanıt vermiş.
“Sizin Çanakkale'niz, on Hiroşima eder!”
* * *
Çanakkale, İnönü, Sakarya, 30 Ağustos Zaferlerimiz, bu zaferlerin komutanları ve Cumhuriyetimizin değerleri; dudak bükerek, gerdan kırarak, oralar buralar çalkalanarak, sistemli bir şekilde yok edilmek isteniyor.
İzin vermemeliyiz buna.