HAMAM: İşlerin hepsi toparlanınca evlerde muntazam banyo olmadığından hamama gidilirdi. Hanımlar bu işin güçlüğünün yanında tadını da çıkarırlardı. 10-11 yaşına kadar erkek çocukları da kadınlarla birlikte hamama gittiğinden 3-4 çocuğu ve kaynanayı gelin yıkar, giydirirdi. Göbek taşında bayağı sofra kurulur kuşburnu pelverdesinden, pekmezden, kıymadan tut da turşuya kadar türlü çeşitli yiyecekler başa güreşirdi.
Kadınlar sabah erkenden gider 7-8 saat hamamda kalırlardı. Hamamlarda şimdi kimseler yok ya. O zamanlar kurnalarda tas tas üstünde sıra beklerdi. Oğluna kız arayan kaynana namzetleri alacakları gelinin hamama gideceği günü gözetler o da hamama gider ve gelinin çıplağa yakın vücudunu görür, “Ayşe’nin kızı Fatma’nın huyu gibi hamamlığı da güzel” der sonra da o kıza dünür giderlerdi.
DÜĞÜNLER: Ailenin durumuna göre düğünler güzün havalar iyice soğumadan ve yağmurlar yağmaya başlamadan yapılırdı. Çünkü düğün hava iyiyken yapılırsa bahçede yemek yenirdi. Misafirlere 3-4 gün yemek verilirdi. Her akşam 125-150 kişi yemek yerdi. Yemekler evde hazırlanır yemeği kadın aşçılar pişirirdi. Kadınlar erkekler ayrı eğlenir çalgıcılarında kör olanları tercih edilirdi. ( Kör Mehmet gibi) Yemekler, malum Çorum 5.lisi, olurdu.(katıktan yapılan toyga çorbası, et, pilav, börek, baklava.) Ye yiyebildiğin kadar. Masalara 6 kişi oturur her masaya çorba tasla gelirdi. Et, pilav, börek, baklava kayık tabaklarla ortaya gelir herkes oradan tabağına alıp yerdi. Bu tabakların hepsi kalaylı bakırdandı. Sirke salatası ve turşu da sofranın ekstralarındandı. Masada oturan yanındaki arkadaşı ile çok samimi ise ve onun dalgın bir anını da bulursa cebine kemik kordu. ( Kötü bir şakaydı bu)
Baklava yerken gençlerde arkadaşının ağzına baklava verilir o da,” Çaaaaaak!” diye bağırır ne kadar yüksek sesle bağırırsa ve ne kadar uzatabilirse o kadar makbuldü. Yatsı namazından hemen sonra güvey gelinin odasına sokulur sırtına da yumruklar vurulurdu. (Ölçüsü kaçarsa bu da kötü bir adetti.) Bazen de güveyin vekili bu sopayı üstlenirdi. Şimdiki gibi eğleniyoruz diye 12’lere birlere kadar horon tepilip gelinde, güveyde bitap düşürülmezdi.
Sabah güveyi hocası veya vekili hamama götürürdü. Gelin ise evde yıkanırdı. Ara da bul o düğünlerin tadını. Eli eline değmemiş o iki gencin heyecanını sevdasını, hasretten yanan iki insanın mutluluğunu. Mutluluklar dileğiyle.
YATSILIK: Küpler dolusu turşu, çömlekler dolusu pekmez, leğen dolusu kıymanın yapılışının altında yatmaya yakın Çorum’cası ( Yastılık yenmesi) yatardı. Kış günleri akşam erken olur evin erkekleri de eve akşam namazından önce veya namazı kılar kılmaz gelirlerdi. Akşam ekmeği hemen yenir. Yemekten sonra çay, biraz sonra meyve geç vakte kadar oturunca da yastılık yenirdi. O zamanlar Çorum’un üçte birinde elektrik vardı. tabiki köylerde hiç yoktu. İhtiyarlar, “Geceler ne kadar uzadı anam. Yat yat sabah olmuyor. Her tarafım kırılıyor.( ağrıyor)” derlerdi de biz gençler uykuya doymadığımızdan gülerdik. Meğer bizimde başımıza gelecekmiş. (Gülmeyin gençler inşallah sizinde başınıza gelsin hayırlı bir ömürle birlikte.)
Karlı havalarda, sıcak sobanın başında dede, ebe gençler, çocuklar, zaman zamanda bebekler uyurdu bir kenarda. Yufka ekmeğin içinde turşu, yanında dürümler yer sofrasında yemeye doyum olmazdı. Yeni evlenenlerin birbirlerine kaçamak bakışları da cabasıydı.
Uzun kış gecelerinde komşu, hısım ve akraba ziyaretleri ihmal edilmezdi. Elde gaz yağı yakan fenerlerle çamurlu yollarda yürüyerek gidilir bu arada bebekler de gelinlerin kucağında, sırtında olurdu. Bu gece gezmelerinin keyfine doyum olmazdı. Bazen de gidilen eve hamur böreği götürülür ev sahibi de Tel Tel çekerdi. (İsteyene Tel Tel’in ve bağ kaynatmanın tarifi postalanır.)
Doğumlar komşu yaşlı kadınlar yardımıyla evde yaptırılırdı. Bebeklerin bezini her gün anneleri yıkardı. Onlar kadın değil biçerdöverdi sanki. Bizim analarımız çorabımızı örer, yamardı. Onun eğerdiği yünün kazağını, yeleğini giyerdik. Ya şimdi ki hanımlar? Vitrin süsü gibi! ( Mağazadan haberleri yok.) Erkeklerde her şeyi bedenen yaptıklarından elleri kösele (bıçak bileme taşı) taşı gibi olurdu. Elleri hep nasır doluydu.
EKMEK YAPMA: Kış ekmeği havalar iyice soğumaya başlayınca dört beş tane hamuru açan kadın olmak üzere ve birde tandırda ki çevrici (pişiriciyle) yapılırdı. Ekmek yapmanın en zor kısmı katı halde 4-5 hakla unu 8-10 defa bağ leğeninde yoğurmak olsa gerekti. Bu iş güçlü gelin, kız veya dışardan tutulan kadınlara yaptırılırdı. En çok para hamuru yoğuran ve ekmeği çevirene (pişirene) verilirdi. (1975’lerde 75 kuruş gibi.) 3-4 hatta 5 kater ekmek yapılırdı. Bunların her birinin yüksekliği 140-150 cm olurdu. Yapılan ekmeğin miktarı evin kalabalığıyla orantılı olurdu. Çarşıdan ekmek nadiren alınırdı. Çarşıdan ekmek almak lüks ve israf sayılırdı. Bahara doğru ekmeği biten evler eğer havalar soğuksa komşudan sayıyla ödünç ekmek alırdı.
ÇAMAŞIR YIKAMA: Güneşin ara ara yüzünü gösterdiği günlerde soğuklar şiddetlenmeden çamaşır yıkanırdı. Evde, ağartıç olarak odun külü bir küpe dökülür üstüne de su doldurulurdu. Ara da birde bu küp sopayla karıştırılırdı. Çamaşır yıkanacağı günün 2-3 gün öncesinden ona dokunulmaz böylece kül dibe oturur ve su da berraklaşırdı. Bunun adı aşerli suydu. Bu su Banmada ısıtılan suya katılırdı. Eğer fazla katılırsa a giysiler taş teknede elle ve tokaçla yıkandığından ellerde delinmeler olurdu. Kışın ortasında yıkanan çamaşırlarda dışarda yıkandığından hanımların önünde 3-4 parmak buz olurdu. Bu görev ekseriyetle gelinlerin göreviydi. Çamaşır makinesi çıkıncaya kadar yani 1960’ lı yıllara kadar bu böyle devam etti.
İnancım o ki, o gün insanları bunca güçlüğe rağmen çok daha iyimser ve mutluydular. Kıskançlık yok, şükür vardı. insanların beyninden mutluluk hormonu fışkırıyordu HERHAL!!!
Saygı ve sevgilerimle