(Tam 9 yıl öncesinden bir yazı daha...)

Her zaman siyaset ve Çorum’un sorunlarını yazacak değiliz ya, bu defa da hayatın güzelliklerini yazalım dedik.
“Yine yeşillendi fındık dalları” diyor, radyo… Güzel bir melodi. Güzel bir ses. Hava güzel ve güneş yine can veriyor sulara, topraklara. Yer gök sevinç içinde kavuşuyor bahara… Böyle bir şiir vardı ilkokul kitaplarımızdan birinde; aynen öyle, o şiirdeki gibi.
1. cemre havaya, 2. cemre suya, 3 cemre de toprağa düştü 1.5 ay kadar önce. Yavaş yavaş toprak kabardı ve kara topraklardan yeşil otlar da kendini göstermeye başladılar.
Baharın müjdecisi sarıçiğdem çoktaan çıktı. Çıktı ve bir yılı daha yavaş yavaş geride bırakmaya başladığımızı müjdelemiş oldu. ( Ne hüzünlü! Bir yıla başlarken aslında o başladığımız yılı da geride bırakmaya başlıyoruz. Bu hayatta da böyle değil mi? Ve aşkta! Bulduğumuz anda bir bakıma da kaybetmez miyiz!?)
Bu gelen yılla birlikte çocukların ve gençlerin yaşına birer yaş eklendiğini. Orta yaşlıların ve yaşlıların da saçlarına birer ak ve sırtındaki kamburlarını da biraz daha çoğaltacak olan bir yılın daha geldiğini ve gideceğini hatırlatarak çıktı ve gitti sarıçiğdem.
Bağdayım; Âşık Veysel geldi aklıma. Koca şair, “ Ağaçlar çiçek açar/ Veysel dert açar/ Ardına düştüğüm yar benden kaçar” diyor.
Benden ne kaçan var ne de gelen. Bize gelen sadece ciğerlerimize dolan temiz hava.
Ağaçlar çiçek açınca bende şairin tam tersi bir durum oluşur. Bende dert açmaz da, onun yerine o kuru ağaçlara can veren rabbime şükür edesim gelir. Gönlüme bir sevda, içime bir kıpırdanma ve neşe gelir. Mutlu olurum, mutlu!
Kimi beyaz, kimi kırmızı, kimi de pembe açar güller ve ağaçlar. O rengârenk güllerin ve ağaçların etrafında ince, narin, müzikten de öte güzel vızıltılarla dolanır durur arılar. Ve bu görüntü huzur verir insana.
Her mevsim güzeldir de bahar daha bir başka güzeldir. Baharın gülleri açar gönlümüzde. Tabiatın düzenleyicisi olan ve hiç değişmeyen kurallarıyla rabbimizi düşünürüz.
Arılar bal yapıp bize şifa sunan güzel yaratıklardır. Ya kuşlar, serçeler. O küçücük kuşlar var ya, işte o küçücük kuşlar kışı nerede ve nasıl geçirirler? O soğuklarda ölmeyip nasıl baharı bulurlar hep merak ederim. Ve baharla birlikte bu neşeyi, bu cıvıltıyı, bu enerjiyi nerden ve nasıl bulurlar hep düşünür dururum.
Öğle ezanı okunmak üzere, horoz da ötmeye başladı sanki ezanı müjdelemek istercesine. Kim bilir belki o da ibadetini böyle yapıyordur. Allah’ı böyle zikrediyordur.
Tavuklar ısınmış toprağa vücutlarının yarısını gömmüş bir şekilde topraktan bir şeyler alıyor bir şeyler veriyorlar. Bu durumdan büyük bir haz aldıkları her hallerinden belli. Bir tavuk yumurtasını folluğa yeni bırakmış. O da bir müjdenin peşinde gıdaklıyor. “Al” diyor. “Al sana armağanım olsun. Yem verdin, su verdin, beni doyurdun. Karşılığını al” diyor.
Toprak ta öyledir; kaz, elini yüzünü yırt. Parça parça et yine de sana hediyeler versin. Bir tohuma on versin. Bir çekirdek ver 4 bostan versin. Toprak bereketli, cömert ve Rabbin ona verdiği kuvvetle bizleri doyurmaya daima hazır.
Bahar güzel gidiyor Maşallah. Nisan nisanlığını yapıyor. Mayıs övünecek. Mayıs yağacak yıl övünecek. Eskilerin tabiriyle, topraktan bereket fışkıracak. Ağaçlarda meyveler dalları kıracak. Olan olmayana verecek ve paylaşma zevkini tadacak.
Çok değil 20–25 sene sonra toprak, su, güneş yani bunların birlikteliğiyle oluşan yiyecekler her şeyin önüne geçecek.
Bir elbiseyi 3–5 sene giyebilirsiniz. Bir yerlere gitmeyi de erteleyebilirsiniz. Teknolojiden faydalanmayı da bir sonraya bırakabilirsiniz. Amma bir öğün yemezseniz diğer öğünü zor getirirsiniz. Dizleriniz titrer, gözünüz kararır. Onun için toprağın, suyun dolayısıyla bu cennet vatanın kıymetini bilelim. Tarım yapmanın inceliklerini öğrenelim. Ürünlerimizden bir yerine beş almanın yolunu bulalım. Bulalım ki yine dünyada kendi kendini besleyen 3–5 ülkeden biri haline gelelim.
Birlik ve beraberlik içinde refah ve mutluluğun zirvesindeki bir Türkiye’yi gelecek kuşaklara devredelim. Çocuklara önce sevmeyi, çalışmayı, sonrasında da paylaşmayı öğretelim.
Öyle seveceğiz ki öyle, bir yazarın dediği gibi, “Bir gün hayatıma ihtiyacın olursa gel ve al” diyebilecek kadar!
Ben bu duygular içerisinde çiçek açmış ağaçları seyrederken ve öten kumruları, cıvıldayan serçeleri dinlerken torunum sesleniyor, “Dede bak! Dede bak, yer sofrası kurduk seni bekliyoruz!”
Çimlerin üzerine kilimleri sermişler. Semaverde demlenmiş çayın kokusu 3–5 adım öteden mis gibi adamı çarpıyor. Bir köşede sac kapamışlar yanıç yapıyorlar. Küp çökeleği, turşu ve pekmez de var.
Ben, beraber yemeyi, paylaşmayı severim. Allah’ım onun için misafir gönderiyor. Kapıdan birileri geliyor. Gelen giden olursa diye zaten hamur leğen dolusu yoğrulmuş. Gelenler yakınlarımız. Hanımlar hemen geçiyor hamurun başına hem yapıyor, hem yiyoruz. Afiyet olsun, beraber olsun. Yiyenler şifa bulsun (Âmin)
Bundan daha güzel Pazar günleri sizlerin olsun efendim.
Saygı ve sevgilerimle..