Lafı uzattım, sürgün kitabımı ayrıntıları ile yazmış olsaydım eğer, Yaşar kemal’in sıcak somun gibi nice kitabı kadar kalın olacaktı sürgünnamem. Gelelim asıl konuya… İki üç gün geçti geçmedi, sabah erken kasap Şükrü heyecandan nefes nefese daldı odaya… “Çabuk kalk kardeşim, Piroğlu Halil ziyaretine geliyor!”
Uyku sersemi, neye uğradığımı pek anlamadan kalktım, şilte, yorgan acele dürüldü. Bir de pencereden baktım ki, avluda, kırbaç elde beş on çizmeli adam, bekleşiyorlar aşağıda. Yoksa basılıyor muyuz, ne oluyor, tatsız şeyler mi patlak verecek, demeye kalmadan, Piroğlu Halil yavaşça odaya girdi. Uzun söze ne hâcet! Öylesine bir saygı, ömür boyu ne gördüm, ne de göreceğim vardı bir daha. Piroğlu’nun arkasında duranlar elpençe bekleşiyorlar karşımda. Buyur ettim kerevete misafiri. Karşılıklı hoşbeş, hâl hatır sormalar filan… Bir türlü neye uğradığımı, misafirin kim olduğunu, ne istediğini kestiremiyorum. İyiye alâmet! Kasap Şükrü’nün anası seğirtip elini öpüyor Piroğlu’nun.
Çok geçmeden kahve getiriyor, bir erkân, bir nezaket, saraylarda böylesi yok. Çok geçmeden anladım ince çevik, cesur misafirimin kim olduğunu. Piroğlu Halil bölgenin Kızılbaş önderi.
Bunca ikram elbette bana değil, herhangi sürülmüş, başı derde düşmüş bir insana, gurbet yolcusuna gösteriliyordu.
Koca Anadolu, öylesine denemişti ki, tepeden inme yüzyıllık buyrukların, fermanların, emirlerin, zorbalıkların baskısını, kendiliğinden bir dayanışma çıkıyordu ortaya. Siyasaldan öte insansal.
Sultanlık, arkasından Cumhuriyet, tamam da, Anadolu kendine özgü hayatını yaşıyordu yüzyıllar içre töresiyle, hoşgörüsüyle, sevgisiyle. İnsanoğlunun kutsallığına inancını yitirmeden, eziyetlere aldırmadan doğur doğurabildiğin kadar Anadolu.
(Kızılbaş Günlerim, Abidin Dino, Sel yayıncılık / Geceyarısı Kitapları, İstanbul, 2001)
Bu notlar Abidin Dino’nun “Kısa Hayat Öyküm” (Can Yayınları) adlı kitabının içinde yayınlanmasının yararlı olacağını düşünüyorum.
Bu kitapçık, bir sanatçı aydının Anadolu ile tanışmasının ilginç kareleri ile bezelidir.
Kitapta Çorum/Mecitözü sürgünü için 1941yılı ifade edilse de aynı dönemde sürgüne giden ve hatta Abidin Dino ile aynı trende giden Boz Mehmet ve Nudiye Hüseyin ile yaptığımız araştırmada senenin 1942 olduğunu saptadım. Notların 40 yıl sonra kaleme alınmasında bir hafıza yanılması olduğunu düşünüyorum.

Mutluluğun resmi

Kokusu buram buram tüten
Limanda simit satan çocuklar
Martıların telâşı bambaşka
İşçiler gözler yolunu.

İnebilseydin o vapurdan
Ayağında Varna’nın tozu
Yüreğinde ince bir sızı.
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan
hasretle kucaklaşabilseydim
seninle, bir daha.
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık seni Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Başında delikanlı şapkan,
kolların sıvalı, kavgaya hazır
Bahriyeli adımlarla düşüp yola
Gidebilseydik Meserret Kahvesine,
İlk karşılaştığımız yere
Ve bir acı kahvemi içseydin.
Anlatsaydık
o günlerden, geçmişten, gelecekten,
Ne günler biterdi,
Ne geceler...
Dinerdi tüm acılar seninle
Bir düş olurdu ayrılığımız,
anılarda kalan.
Ve dolaşsaydık Türkiye’yi
bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş,
Sürgün şehirler cennet.

İşte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tuval yeterdi;
ne boya...

Abidin DİNO