Toplumda ve günlük yaşamda çok kullanılan ve de bilindiği sanılan bazı kavramların aslında hiç de iyi bilinmediği bir gerçektir.
Örneğin sıcaklık ve ısı nedir diye sorun, doğru cevap alamazsınız.
Cumhuriyet ve demokrasi nedir diye sorun, buna da net bir cevap alamazsınız.
Sağcılık-solculuk nedir diye sorun, yine anlaşılır ve tatmin edici bir cevap alamazsınız.
Peki, nedir sağ-sol kavramı, nasıl ortaya çıkmıştır? "1789 Fransız İhtilâli" sonunda ortaya çıkmış bir olgudur. Mecliste statüko yanlısı olanlar, kraldan ve aristoklardan yana tavır alanlar meclisin sağında; değişim yanlısı olanlar, emek dünyasını savunanlar meclisin solunda oturmuşlar.
Sonuçta sağ, değişim karşıtlarını; sol, değişim yanlılarını temsil eder bir görüntü çıkmıştır ortaya.
Ve siyasi literatürde:
Sistemi emek lehine değiştirmek isteyenler, solcu olarak tanımlanmıştır.
Burjuvazinin çıkarlarını savunanlar, sistemi burjuvazi adına korumak isteyenler ise sağcı olarak tanımlanmıştır.
***
Türkiye'de ise bu kavramların ve bu tanımlamaların dışına çıkılmıştır.
Laik ve Kemalist değerlere bağlı olanlara, inanç değerlerine göre Alevilere, emekçi hakları için uğraşı verenlere solcu denilmiştir.
Geleneksel ve muhafazakâr değerleri yüksek olanlara, bayrak-millet gibi milli duyguları yüksek sesle ifade edenlere, inanç değerlerine göre Sünni halkın büyük kesimine sağcı denilmiştir.
Ve de sağcılık-solculuk kavramı, giderek inanç değerlerinin içine hapsedilir, özellikle emek-sermaye kavgasının dışına çıkarılır olmuştur.
Daha da ileri götürülmüş; inanç gruplarının birlikte olduğu illerde, ilçelerde, bölgelerde Alevi solcu, Sünni sağcı gibi bir algılama yaratılmıştır.
Özellikle inancın kullanıldığı politik söylemler, böyle bir sonucu olabildiğince beslemiş, cemaatlerin daha da müdahil olduğu bir siyasal iklim oluşmuştur.
İşte bugün görünen budur. Her seçim döneminde yaşanan da budur.
Sosyolojik hiçbir gerçeği olmayan, gerektiğinde kolayca provoke edilebilen bir sağcılık-solculuk oluşmuştur bu ülkede.
Öyle ki, ırkçılığa kaymayan bir milliyetçinin solcu olamayacağı, Alevi bir iş adamının sağcı olamayacağı, sınıfsal bakışı tümüyle reddeden bir anlayış yerleşmiştir.
Ve bu olgu, neredeyse tüm seçimlerde seçmen davranışının belirleyicisi olmuştur.
***
Bu tip siyasal kamplaşmadır ki, halk kolay provoke edilebilmiş; Çorum, Maraş, Sivas olaylarında görülen büyük katliamlar yaşanmıştır.
Oysaki sosyolojik temellerine oturtulmuş bir sağ-sol anlayışı, toplumdaki inanç ve etnik kimlikleri siyasal alandan uzaklaştıracak, İnanç ve etnik yarılmaları önlemiş olacaktır.
Ve işte o zaman siyasetler kendi sosyal tabanı ile buluşabilecektir.
Çünkü:
Ülke yönetiminde, üretilen değerlerin paylaşılmasında, ekonomik ve politik projelerin oluşturulmasında sağ-sol anlayışı elbette olacaktır.
Ve de demokrasi, bu iki anlayışın demokratik ölçülerde kavgasıyla filizlenecektir.
Galiba ülkemizde eksik olan budur.
***
Bugün güney komşularımızda, sınırımıza kadar dayanmış mezhep savaşları yaşanmakta ve yaşatılmaktadır. Bu ülkelerde toplum, mezheplere ve etnik kimliklere bölünmüş, geri dönüşü olmayan büyük bir yarılma oluşmuştur.
Cumhuriyet değerlerinin büyük tahribat gördüğü ülkemizde de sosyolojik ve siyasal yapı, benzer bir tehlikeyi içinde barındırmaktadır.
İşte bu nedenlerle:
7 Haziran seçim söylemleri, böyle bir sağ-sol anlayışını besler olmamalıdır.
CHP, AKP, MHP, HDP ve diğer siyasetler, söylemlerinde sağ-sol anlayışını mezhepler üzerine oturtmaktan ve de etnik yarılmalardan kaçınmalıdır.
Aksi durumda bu ülkeye yazık etmiş olacaklardır.
Ama yine de böyle bir tehlikenin ayak sesleri duyulur olmaktadır.